Yuvaya Dönüşün Hikayesi: Karınca

Nazif Tunç’un yönettiği , insanın istemeden yaptıklarından sorumlu olup olmayacağını tartışan, bir yandan Kur’an’daki bir sureden ve eski bir menkıbeden ilham alarak son derece iyi bir hikaye anlatımı ortaya koyan Karınca filmi seyirciyle buluştu.

Sinemaların açılmasıyla izleyiciyle ilk defa buluşan Nazif Tunç’un Karınca filminde dikkat çeken ilk husus filmin yuvaya dönüş temasını Kur’an-ı Kerim’deki karıncalar hakkındaki ayetlerden yola çıkarak ele almasıdır. Neml suresinin 18. ayetindeki karıncaları bir ilham kaynağı olarak kullanıp Fidan karakterini yazan yönetmen, hikayenin akışı içerisinde sıradışı bir yol izliyor. Bu noktada, Nazif Tunç’un canlı bomba olan birisini karınca olarak ele alması ilginç ve dikkate değer bir detay. Böylece yönetmen, ideolojik sapmalarla kandırılan insanların Neml suresinde olduğu gibi yuvasına dönmesini istiyor diyebiliriz. Bunu da Şemsi ile yolları kesişen Fidan aracılığıyla işleyerek sürükleyici bir anlatı ortaya koyuyor. Karıncalar gibi çalışkan, dürüst, emekçi özelliklere sahip olan Şemsi Hoca, film boyunca Anadolu insanının saf ve temiz halini yansıtan bir olgunlukla adeta bir rehber rolünü oynuyor. Ancak bu rehberliği Fidan’ın peşinde onu hiç beklenmedik farklı bir maceraya sürüklüyor.

Filmin senaristleri: soldaki Nazif Tunç, sağdaki Halit Karaata. Halit Karaata aynı zamanda başrol Şemsi Hoca’yı canlandırıyor.

Film sanat filmlerinde sıkça karşılaştığımız kuyu sahnelerinden biriyle başlıyor. Ancak bu ilk sahnede dikkatleri çeken Şemsi’nin saldığı su kovasının birkaç denemeden sonra kuyuya düşmesi ve Şemsi’nin kovayı kuyuya inerek alması oluyor. Burada Şemsi’nin kaybettiğini almak için bir yolculuğa çıkması hem filmin genel temasına bir gönderme yapıyor hem de Şemsi’nin Fidan’ı yuvasına geri döndürmek için çıktığı yolculuğa işaret ediyor. Film, Şemsi’nin sürdüğü kamyonun damperinde saklanan Fidan’ı bulmasıyla devam eder. Birilerinden kaçtığını ve şehirden ivedilikle uzaklaşması gerektiğini belirten Fidan; Şemsi’yi kendisini araçtan atmaması için için ikna eder. Filmin ilk sahneleri Fidan ve Şemsi’nin kamyondaki yolculuklarıyla sürer. Bu sahneler Fidan’ın ve Şemsi’nin geçmişleri ve niyetleri hakkında çok fazla ipucu vermez. Bu bölümde, Fidan karakterinin saf ve temiz halleri dikkate değerdir. Yönetmenin tanınmayan ve hiç sinema oyunculuğu deneyimi olmayan Hacer Kızılhan’ı Fidan karakteri için uygun görmesi karakterin masumiyetini, özünde iyi olan niyetini göstermesi açısından yerinde bir seçim olmuş diyebiliriz.

 Filmin tematik yönü ve hikayeye anlatımını incelendiğinde merkezde dava adamı olan Şemsi’nin bulunduğunun altını çizmek gerekir. Yönetmenin kendi deyimiyle emperyalist güçlere karşı tek başına mücadele edilebileceğini gösteren önemli bir örnektir Şemsi Hoca. O Tunç’un manevi gerçeklik adını verdiği yolun esaslı bir neferi olarak film boyunca doğrunun ve hakkın peşinden gitmektedir. Fidan’ın hikayesini emniyet güçlerinden ve ailesinden öğrenmesinin ardından Fidan’ın annesinin haklı sitemi Şemsi’yi derin düşüncelere gark eder. Feridüddin Attar’dan okuduğu karınca menkıbesi ile filmde başka bir karınca hikayesi daha aktarılmış olur:

Yönetmenin kendi deyimiyle emperyalist güçlere karşı tek başına mücadele edilebileceğinin önemli bir örneğidir Şemsi Hoca. O Tunç’un manevi gerçeklik adını verdiği yolun esaslı bir neferi olarak film boyunca doğrunun ve hakkın peşinden gitmektedir”

Şibli Hazretleri bir buğdaycıdan bir torba buğday aldı, köye götürdü. Buğdayı boşalttı. İçinden karınca çıktı. Şaşkın şaşkın o yana, bu yana gitmeye başladı.

Şibli Hazretleri karıncanın yer değiştirmesinden dolayı rahatsız olduğunu görünce, “Bu hayvancağızın yuvasından ayrılmasına ben sebep oldum.” diye sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca karıncayı aldı, yerine götürdü, bıraktı. 

Hikayeyi yüreğiyle hissederek okuyan Şemsi Hoca Fidan’ı yuvasına, ailesine döndürmek için İstanbul’a gitmeye karar verir; çünkü o da bilmeden de olsa kötülüğe aracı olmuştur. Dolayısıyla, filmin hem Kur’an’daki Neml suresinden, hem de Attar’ın karınca menkıbesinden ilham alınarak yazıldığı söylenirse yanlış olmaz.

Hikayeyi yüreğiyle hissederek okuyan Şemsi Hoca Fidan’ı yuvasına, ailesine döndürmek için İstanbul’a gitmeye karar verir çünkü o da bilmeden de olsa kötülüğe aracı olmuştur.”

Şemsi’nin eski bir solcu olduğunu filmin ikinci yarısında öğreniyoruz. Sorguya çekildiğinde çeşitli işkencelere maruz kalmasına rağmen kimseyi ele vermeyen ve arkadaşları için zorluklara göğüs geren Şemsi’nin solculuk döneminde ne denli mert bir insan olduğunu eski arkadaşlarından duyarız. Onun eski arkadaşları bu fedakarlığının karşılığını filmin ikinci yarısı boyunca ona olan vefa borçlarını çeşitli yollarla öderler. Film solculara muhafazakar bir zihnin bakış açısından ideolojik bir temelde yaklaşsa da solcu yahut sosyalist olmanın kendisini ideolojik bir sapma olarak ortaya koymuyor. Bu bağlamda, Hikmet karakterinin Şemsi’ye yardımcı bir rolde onun eski yoldaşı olarak yer verilmesini örnek vermek mümkün. Aynı şekilde, Fidan’ın komünist ve özünde iyi bir kız olarak filmde yer alması yönetmenin ideolojik saplantılardan uzak, insanlığa dair genel perspektifini ortaya koyuyor. Dolayısıyla diyebiliriz ki Nazif Tunç kendi ideolojisinin gözlüklerini çıkarıp bizlere gerçekte solculuğun veya sağcılığın ötesinde iyi insanların ve kötü insanların olabileceğini gösteriyor. 

Şemsi ve onun eski yoldaşı solcu Hikmet sohbet ederken, çekimler esnasında.

Film Türkiye’deki solun yapısal dönüşümünü incelikle ele alıyor. Şemsi’nin 70’lerde içinde bulunduğu yapıların örgütlenme biçimi ve eyleme tarzı ile günümüzde radikalleşen grupların örgütlenmede yeraltında olmaları, eyleme tarzında yaralayıcı olmaları bakımından farklılaştıkları anlaşılıyor. Şemsi’nin eski eşi muhabir Serpil’in yeni solcu gruplanmaları sınırları belli olmayan gruplar olarak nitelendirmesi, tiyatrocu Duran’ın ve Yüksel’in söylemleri dönüşen sosyalist gruplar hakkında ipuçları veriyor. Film günümüzde apayrı fraksiyonlara ayrılan solun, pek çok açıdan bir fotoğrafını çekmiş oluyor.

…film günümüzde apayrı fraksiyonlara ayrılan sosyalizmin pek çok açıdan bir fotoğrafını çekmiş oluyor.”

Terörist eylemciler ve Fidan.

Filmin Anadolu ve büyük şehir karşıtlığı da göze çarpan başka bir tema. Kırsallık saflığın ve maneviyatın tarafı olarak kullanılırken büyükşehir karışık ağların, tanımsız düşüncelerin peydahlandığı bir yer olarak aktarılıyor. Bu hususta yönetmen bu kurmuş olduğu tezatlığı şu cümlelerle dile getiriyor:

“Filmin ilk kısmı, sükunet içinde, çünkü Anadolu’da geçiyor. Anadolu insanının, daha çok kameranın önünde olduğu anları yansıtıyor. Orada sakinlik, teslimiyet, sükunet ve güven var. Anadolu irfanına ait ne kadar güzel duygu varsa, filmin birinci kısmında görüyoruz. Ama filmin ikinci kısmı büyük şehirde geçiyor. Büyük şehir, zamanımız insanına sürekli birtakım tacizlerin yapıldığı bir yerdir. Metropol insanı, toprak insanı kadar sükunet içinde olmayabilir. İkinci kısım bir hengameye, kaosa ve girdaba düşmüş olan insanların oradan kurtulma çabalarıdır. Hem sanat estetiği içerisinde yürüyen, aynı zamanda da neredeyse soluksuz izleyebileceğiniz bir serüvenin içine bizi sürükleyen bir anlatı dili geliştirmeye çalıştım. Memleket sevdasının yürek istediğini söyleyen bir film.”

Tüm bu ideolojik referansların yanı sıra filmin zemininde çok derin ve eski bir felsefi sorunun yattığını söylemek de mümkün. Şemsi’nin bütün yolculuğu bilmeden sebep olduğu bir kötülükte kendisinin payının olduğunu düşünmesi ile devam edebiliyor. İnsanın niyetlenmediği eylemlerle ilişkisini sorumluluk üzerinden dikkatle ele alan yönetmenin bu noktada mücadelenin belki de şart olduğunu düşündüğünü Şemsi’nin yolculuğunda yakından izliyoruz. Dahası izleyiciyi bu cevaba mecbur bırakmıyor yönetmen. Zira izleyicinin de filmden yola çıkarak kendi cevabını farklı bir şekilde inşa etme imkanı bulunuyor.

Başrolleri paylaşan Fidan (Hacer Kızılhan) ve Şemsi (Halit Karaata).

Filmin Fidan’ın ailesine teslim edilmesiyle bitmesi yuvaya dönüş hikayesinin tamamlanması anlamına geliyor. Fidan her ne kadar belli bir ideolojik sapmadan etkilenip kendini davasına adamış olsa da masumlara zarar veremeyeceğini anlayarak bombalama eyleminden vazgeçiyor. Böylece film bilinmez ve karanlık yollara sapan özünde masum olan iyi insanların bu yoldan dönebileceğini müthiş bir yolla anlatıyor. Film bu manevi hakikatle seyirciyi yüzleştirdiği için izlenmesi gereken filmler arasında yer almayı kesinlikle hak ediyor. Kendine has bir üslupla Kur’an’dan ve bir menkıbeden yola çıkarak hazırlanan filmde Nazif Tunç sanatını konuşturarak mesajını başarılı bir biçimde vermeyi başarıyor.

…film günümüzde apayrı fraksiyonlara ayrılan sosyalizmin pek çok açıdan bir fotoğrafını çekmiş oluyor.”

 

Kaynakça:

Leave a Reply

Your email address will not be published.