İstanbul güzelliklerin olduğu kadar felaketlerin de şehridir. Bu felaketlerin başında ise yangınlar ve depremler gelir. İstanbul’un meşhur yangınları tulumbacıların ve sigorta şirketlerinin kurulmasıyla İstanbul tarihini değiştirdiği gibi ahşap binalardan kagir binalara şehrin çehresini de değiştirmiştir.
İstanbul’un tarihi aynı zamanda felaketlerin de tarihidir. Şehir büyüyüp nüfusu arttıkça felaketlerin kent üzerindeki etkisi de çok daha geniş bir çapta hissedilmeye başlanmıştır. Deprem ve yangınlar da İstanbul’da yaşananan felaketlerin başını çekmiştir ve her seferinde şehrin tekrar inşa edilmesine sebep olmuşlardır. Dolayısıyla bir bakıma İstanbul’un tarihi aynı zamanda depremler ve yangınlar tarihidir.
İstanbul’un tarihi aynı zamanda depremler ve yangınlar tarihidir.”
Bir dönem İstanbul’da yangınlar o kadar sık meydana gelmişti ki sabah evden çıkan birinin günün sonunda evine geri geldiğinde mahallesini küle dönmüş, evi alevler içinde harabeye çevrilmiş bir vaziyette bulması olağandı. Hatta bu da gündelik yaşamın bir parçasıydı. Yangınların kırk dokuz saat içinde bastırıldığı da olurdu, bir hafta boyunca söndürülemediği de. Özellikle İstanbul sokaklarının darlığı, evlerin inşa edilirken depreme korunaklı, düşük maliyetli olması için ahşap tercih edilmesi ve bitişik bir şekilde yapılmaları yangınların büyüme hızını ivmelendirmekteydi. Bu şartlar içinde bir yerde başlayan yangın çok kısa süre içinde etrafına sıçrayarak uzak mahallelere kadar ilerleyebiliyordu. Şehrin yapısı yangınların hacminin daha da genişlemesine zemin hazırlamaktaydı. Bunlarla birlikte yangınları söndürebilecek miktarda suyu taşımak için altyapı ve lojistik hizmetlerinin henüz gelişmemesi nedeniyle İstanbullular için yalnız çıkan yangınlarda çaresiz durumda evlerinin yanıp kül olmasını seyretmekten başka seçenek bulunmuyordu. Bizans döneminde kentin su ihtiyacını karşılamak için kurulan sarnıçlar Osmanlı döneminde artık şehirde çıkan yangınları söndürmek için kullanılmaya başlamıştır. Kayıtlara geçen ve ciddi anlamda İstanbul’un dokusuna ve tarihine etki etmiş yangınların 16. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyıllara kadar geldiği görülür.
Bir dönem İstanbul’da yangınlar o kadar sık meydana gelmişti ki sabah evden çıkan birinin günün sonunda evine geri geldiğinde mahallesini küle dönmüş, evi alevler içinde harabeye çevrilmiş bir vaziyette bulması olağandı, hatta bu da gündelik yaşamın bir parçasıydı.”
16. ve 17. yüzyıllarda İstanbul’daki yangınlar karşısında çaresiz kalan İstanbul sakinlerinin yardımına 18. yüzyıl başlarında tulumbacılar yetişmişlerdir. Fransız bir mühendis tarafından icad edilmiş tulumba 1718 yılında çıkan bir yangında kullanılmış, ardından da aynı mühendis yeniçeri ocağına bağlı askeri birliklerden bir tulumbacılar ocağı kurmakla yükümlendirilmiştir. Bunların yanında yangınların söndürülmesi esnasında sadrazam ve yeniçeri ağalarınının da yangın yerinde bulunmaları padişah tarafından emredilmiştir. Görevlerinde bir hata, kusur meydana geldiğinde ise padişah tarafından cezalandırılmışlardır. Bir örnek olarak III. Selim döneminde değiştirilen altı sadrazamın dördünde yangınların bastırılması ve yönetimi, vazifelerine son verilmesinin ana sebepleri arasındadır. Yeniçeri ocağı kaldırıldığında da tulumbacılar yeni kurulan Asakiri Mensurei Muhammediye Seraskerliğine bağlanarak askeri itfaiye adını almış ve bu durum daha ileride belediye tulumbacılarının kurulması ile gelişmiştir. Tulumbacılar en sonunda askeriyeden ayrılmış bir şekilde hizmet vermeye ve “Yetişin! Yangın var!” denen her yere olabildiğince hızlı şekilde suları yetiştirmeye devam etmişlerdir. Aynı zamanda önce giden tulumbacı bahşişi almasından ötürü yangın yerine giden tulumbacılar arasında zaman zaman çok ciddi çekişmeler meydana gelmiştir.
İstanbul’un kent tarihi üzerine çalışmalarda bulunmuş Reşat Ekrem Koçu İstanbul’un Tulumbacıları kitabında onlardan şu şekilde bahseder;
“Büyük İstanbul şehri Türkler tarafından alındıktan, Cumhuriyet devrinde merhum Vali Haydar Beyin kurduğu sağlam İtfaiye Teşkilatına kadar, günlerce devam eden büyük yangın afetleri geçirmiştir. Bu yangınlarda bazen sekizde birini, bazen dörtte birini, bazen yarısını kaybetmiştir. Şehrin simasını değiştiren, saraylar, konakları, hanları, hamamları, çarşıları, ecdat yadigâr abideleri, nice bin sanat eserini, Türk İrfanının ve tarihinin hazineleri olan Kütüphaneleri, milyarları milyarlarca defa aşan maddi kıymet değerinde milli servet bir çırpıda yutup yok eden ateş facialarına karşı ilk koruyucu tedbir, ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru Lâle Devrinin padişahı III. Sultan Ahmet’in büyük Veziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yeniçeri asker ocağına bağlı bir tulumbacı ocağı kurulmasıyla alınmıştır. Ondan evvel geçen iki yüz yetmiş yıl boyunca yangınlar, semt semt asayiş ve inzibatı için kurulmuş yeniçeri kolluları ‘Karakollar’ neferleri ile halk tarafından söndürülmüştür.”
Şehrin bir yerinden başlayan yangını ilk çıktığı anlarda henüz yayılmadan tespit edebilmek için Yangın kuleleri inşa edilmiştir. En önemli yangın kuleleri Galata ve Beyazıt kuleleriyle İstanbul’un en uzak noktalarına kadar mahalleler ve sokaklar yangın tehlikesine karşı tepeden izlenebilmiştir. Bu kulelerde işi kolaylaştırmak için İstanbul üç mıntıkaya bölünmüştür; İstanbul, Beyoğlu ve Anadolu. Her mıntıkanın ayrı bir rengi vardır ve yangın çıktığında göndere o mıntıkanın bayrağı çekilmiştir. Eğer birden fazla mıntıkada yangın gerçekleşirse bu sefer üç mıntıkanın bayrağı da yangın kulelerinde dalgalandırılmıştır. Böylece İstanbul halkı buna göre yangınların nerede başladığını bilerek tedbirini ona göre almıştır.
19.yüzyıla gelindiğinde ise İstanbul’un popülasyonu oldukça artmıştır, ancak dünyanın diğer metropolleri arasında yangınlara en dayanıksız şehirlerin başında gelmiştir. Aynı zamanda 19. yüzyılda Avrupa’dan ve Avrupa’daki büyük kentlerden gelen seyyahlar İstanbul’daki yangınların sıklığı ve mahallelerin çok hızlı bir şekilde yok olmasını gördüklerinde oldukça şaşırmışlardır. Bu dönemde İstanbul’da ilk defa Sun Insurance Company gibi yabancı menşeli sigorta firmaları kurulmuştur. Ahşap evler sigortalanamaz ev kategorisinde sayılmış, dolayısıyla sadece kagir evler sigortalanmış olsalar da yangınların sıklığı ve hacmi o kadar geniştir ki Sun Insurance Company Pera’da yaptığı harcamalara rağmen uzun bir süre neredeyse kar etmeyen bir oranda çalışmıştır.
Cornel Zwierlein, The Burning of a Modern City? yazısında bu yangınların İstanbul’un modernleşmesi sürecinde önemli bir rol oynadığından ve olumlu bir altyapı hazırladığından bahsetmiştir. Bu fikre göre yanan yerler eski ve ahşap yerleşim yerlerini ortadan kaldırarak şehrin modernleşmesi ve yeni planların uygulanması için yerler açmıştır. Bu şekilde binalar modern kabul edilen kagir yapılarla değiştirilmişlerdir. Dönem içerisindeki Doğu-Batı klişeleri çerçevesinde de bu sebeplerden ötürü ahşap evlerin Doğulu, geleneksel ve gerici; kagir evlerin de Batılı ve modern yerleşim yerlerini yansıttığı düşünülmüştür. İstanbul’un hiçbir kalıba sığdırılamayacak derecede çeşitliliğe sahip bir şehir olmasının yanı sıra kagir evlerin inşası için de yüzde yüz elverişli bir yer değildir, çünkü yangınlar gibi İstanbul’u her daim bekleyen başka bir felaket de depremdir.
Sonuç itibari ile İstanbul’un bazen günlerce süren yangınları kente maddi ve manevi birçok hasar vermiş, bir sürü kayba neden olmuştur. Sık sık gerçekleşmesi ile yeni bir meslek grubu olan tulumbacıların oluşmasına zemin hazırlamış ve modernleşme sürecinde Avrupalı sigorta şirketlerini kendine çekmiştir. Yangınlar bu şekilde şehrin tarihini şekillendirmiştir.
Leave a Reply