She Dies Tomorrow

Yönetmen koltuğunda Amy Seimetz’in oturduğu She Dies Tomorrow filmi ruhsal hastalıkların virüs gibi bulaşıcı olduğu takdirde hayatımızın nasıl olacağını ele alıyor. Ölüm konusu ile doğrudan ilgilenen bu özgün film pandeminin insanlar üzerindeki etkisini anlamak için bire bir!

İroniktir ki ne zaman ölüm hakkında konuşsak bu sözler bizi hayatın önemi hakkında düşünmeye yönlendirir. Birçoğumuz bir gün elbet öleceğimiz gerçeğini görmezden gelmeye çalışırken ölüm; elimizde kalan hayatın bir şekilde takdir edilmesi adına tabii ki üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Ölümden başka hiçbir şeyin gerçekten kıymetli olmadığını iddia ederken bile bu iddianın bir gün ölümle yüzleşebileceğini söylemek zorundayız. Yaratıcı bugüne kadar kimseye ölümsüz yaratmamış; dolayısıyla ölüme karşı yapılan hiçbir savaş kazanılmamıştır. Bu sebeple de, düşünüldüğünde tüyleri diken diken eden ölüm, hem korkutucu hem de sakinleştirici bir bilinmeyendir.

Ölümden başka hiçbir şeyin gerçekten kıymetli olmadığını iddia ederken bile bu iddianın bir gün ölümle yüzleşebileceğini söylemek zorundayız.”

Hal böyleyken sinemada da ölüm olgusuyla karşılaşmadığımız filmler bir hayli azdır, diyebiliriz. Hatta çoğunlukla karakterler arasındaki kavgalar ya bir tarafın yok olmasıyla ya da böyle bir ihtimalin bize düşündürülmesiyle son bulur. Ancak ölümün bir olay olmasından daha çok varoluşsal bir mesele olarak işlendiği filmlere günümüz perdesinde pek rastlanmaz. She Dies Tomorrow (2020) bu yönüyle diğerlerinden ayrılan nadide bir film olarak karşımıza çıkar.

Yaratık: Covenant (2017) ve Hayvan Mezarlığı (2019) filmlerindeki rolleriyle tanınan Amy Seimetz’in ikinci kez yönetmen rolüne soyunduğu She Dies Tomorrow, -Türkçeye çevrildiği haliyle Hayatımın Son Günü– birçok eleştirmen tarafından “Covid-19 çağının filmi” olarak anılıyor. Genel olarak insanın ölümlülüğü ile baş etme çabası, bulaşıcı bir anksiyete ve panik atak temalarını korkutucu bir biçimde ele alan film, seyirciye de bu temaların duygularını gece uyutmayacak derecede geçirmeyi başarıyor. Bir avuç oyuncu ve çok az mekân kullanımıyla aslında bize bir olay filmi değil durum filmi olduğunu kanıtlayan Seimetz, ele aldığı fikre bakış açısından ilginç filtrelere ve sahne geçişlerine kadar birçok yönden özgün ve etkileyici olmayı başarıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Kate Lyn Sheil, Jane Adams, Kentucker Audley, Katie Aselton, Chris Messina gibi isimler bulunuyor.

Ben yarın öleceğim.

Film merkezine ölüm sanrıları görmeye başlayan karakterlerin bununla nasıl baş ettiğini alıyor. Hayatında en az bir kez ölüme bir şekilde yaklaşmış biri filmde baş kahraman yapılan bu hissinin gerçek hayatla ne denli uyumlu olduğunu anlayacaktır. Filme hâkim olan değişkenlik ve tutarsızlık, birden başlayıp birden duran müzik ve hızlı geçen kurgu seçimi, karakterlerin duygu durumları hakkındaki kararsızlıklarının bir yansıması olarak gösterilmiş. Hastalığın bulaştığı her karakterin hissettiği öleceğini bilme hissi, surata kör edici bir sertlikle çarpan neon ışıklar biz izleyiciler için bir ayna görevi görüyor. Böylelikle filmin bu hastalık halkası içinde kendimizi birer hasta olarak görebiliyoruz. Bu da bizi kendi ölümlülüğümüzle yüzleştiriyor. Yaklaşmakta olan sona, her karakterin bir başka tepki vermesi ve her karakter bir başka sosyo-ekonomik gruba ait olduğundan, filmi sınıfsal bir eleştiri olarak okumak da mümkün. Yok olma bilinci benimsendikten sonra karakterlerin dünyevi değerlerini bir bir terk ettiğini görebiliyoruz.

Hastalığın bulaştığı her karakterin hissettiği öleceğini bilme hissi, surata kör edici bir sertlikle çarpan neon ışıklar biz izleyiciler için bir ayna görevi görüyor.”

Çekimleri Covid-19 pandemisinden önce tamamlanmasına rağmen içinde olduğumuz duruma dair birçok şey ifade eden film; anksiyete, panik atak gibi psikolojik hastalıklar virüs gibi bulaşarak yayılsaydı nasıl olurdu sorusuna cevap arıyor. Psikolojik rahatsızlıkların paylaşılmasının ne kadar zor olduğunu ya da paylaşıldığında toplum tarafından fiziksel hastalıklar kadar ciddiye alınmadığını hepimiz biliyoruz. Filmde de bu böyle işlenmiş, ta ki sanrılar tüm şiddetiyle kendi yüzlerine çarpana kadar.

Hayat koşuşturmasında durup ölüm hakkında hiç düşünmememiz, bir taraftan da zamanın ona doğru hiç de yavaş akmadığını fark etmemiz filmin beslendiği asıl nokta. Bir gün ya da otuz yıl sonra ölecek olmamız, aslında bu zamanı oyalanarak geçirdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Filmde de karakterlerin anlam veremediğimiz hareketlerini sorgulamaya vakit bulamıyoruz bile, çünkü yakında yok olacaklarını bilmemiz buna izin vermiyor. Diğer bir yandan yönetmen bize hiçbir ölümü yansıtmıyor çünkü derdi bu değil ve böyle bir pandemik durumda sonuçta ne yaşandığından ziyade, sürecin karakterleri nasıl etkilediğiyle ilgilendiğini gösteriyor.

Bir gün ya da otuz yıl sonra ölecek olmamız, aslında bu zamanı oyalanarak geçirdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor.”

Ölüm düşüncesi nasıl olur da insanı çıldırtmaz ve yarın öleceğimi öğrensem ne yaparım sorularıyla kendi kendimizi yememize sebep olan film, şüphesiz bu senenin en etkileyici kurgularından biriydi. Çarpıcı ve bir o kadar da deneysel bir biçimde ele alınan ölüm korkusu, geride bizlere kendimizi avutacak cümleler bulmaya yönlendiriyor. “(Ey Nebim!) Elbette sen öleceksin, onlar da ölecek. Sonra da kıyamet gününde rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.”

Zümer30-31

Leave a Reply

Your email address will not be published.