Bir cezaevinden müzeye dönüştürülen ve onlarca ismin hatıralarını duvarlarında taşıyan Ulucanlar Cezaevi Müzesi ziyaretçilere son derece ilginç bir deneyim sunuyor. Birçok şairin, yazarın, gazetecinin, aktivistin mahkum edilip kaldığı yerlerdeki balmumu heykeller, seslendirmeler ve elbette mekanın bizatihi kendisi bu deneyimi güçlendiriyor.
Şüphesiz aklı yerinde bir insanın kalmak istemeyeceği yerlerin başında gelir cezaevleri. Betonların ve demirlerin arasında, çoğu sosyal haklardan muaf bir şekilde yaşamanın bir insan için ne kadar zor olduğunu, pandemi günlerinde bir nebze de olsa anlamış olduk. Muhtemelen hiçbirimizin aklına gelmeyecekti insanların dışarı çıkıp bir simit almayı, kafede oturup arkadaşları ile sohbet etmeyi bu kadar özleyecekleri. Lakin bu dünyada başımıza bir musibetin ne zaman ve nerede geleceği hiç belli değil. Bazen kazara, bazen kasten bazen de sizin hiçbir etkinizin olmadığı bir musibet başınıza gelebilir. Birilerinin sebep olduğu musibetler söz konusu iken, bu insanların yaptıkları yanlarına kar mı kalacak diye düşünmeden hemen önce karşımıza cezaevleri çıkar.
Suçlu insanları cezalandırma olayı insanlık tarihi kadar eskidir lakin konumuz belli bir cezaevi olduğu için o kadar eskiye gitmeyeceğiz. Cezaevleri suçluları cezalandırmak için inşa edilmiş binalar olarak tanımlansa da aslında suçluları bazı sosyal haklardan muaf ederek, onları ıslah etmek için kurulmuş yerlerdir. Bu amaç için kurulmuş ilk cezaevi 1595 yılında Amsterdam’da kurulmuştur. Ülkemizdeki ilk modern cezaevi ise 1831’de İstanbul’da kurulan ve şu an otel olarak kullanılan Hapishane-i Umumi’dir (Sultanahmet Cezaevi). Yazımıza konu olan Ulucanlar Cezaevi ise 1923 yılında askeri depo olarak Ankara’nın Altındağ ilçesinde kurulmuş lakin konumunun ve yapısının cezaevine daha uygun olduğu düşüncesiyle yapılan tadilatlar ve eklemeler neticesinde 1925 yılında cezaevi olarak hizmet vermeye başlamıştır.
81 yıl boyunca aktif bir kullanımdan sonra 2006 yılında hapishane boşaltılmış ve mahkumlar Sincan’a taşınmıştı. Daha sonra Altındağ Belediyesi’nin gayretleriyle 2 yıl süren restorasyon sonucunda 2011 yılında halkın ziyaret edebileceği bir müze olarak açılmıştır. Ankara’ya yolunuz düştüğünde ilk ziyaret etmeniz gereken müzelerden biri olan Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin, gezdiğiniz bütün müzelerden farklı bir müze olacağına emin olabilirsiniz. Bu müzeye gitmeden önce sadece bu yazıyla yetinmeyip biraz araştırma yapmanız, müzeyi daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır. Çalışma gün ve saatlerini, giriş ücretini yazının sonunda bulabilirsiniz.
Necip Fazıl’dan Deniz Gezmiş’e, İskilipli Atıf Hoca’dan Yılmaz Güney’e, Bülent Ecevit’ten Yaşar Kemal’e Fakir Baykurt’tan Muhsin Yazıcıoğlu’na kadar bir çok şair, yazar, aktivist, fikir adamı, gazeteci ve siyasetçi yürüdüğünüz bu yollarda yürüdü, içerisine girdiğiniz bu odalarda kaldı. Yıllarca dışarı çıkmayı beklediler; belki de hiç çıkamadılar. Şiirlerini, yazılarını burada yazdılar; bazen kağıt kalem bulamayıp duvarlara yazdılar. Başka bir zaman da kendi koğuş arkadaşlarına yağlı urgana gitmeden önce son kez sarıldılar. Her kesimden insanların, fikir önderlerinin en az bir defa bu hapishaneye yolu düştü. Haklı veya haksız olarak birçok insan burada hayatının bir kısmını geçirdi ve nihayetinde hepsi bir yaşanmışlık bıraktı.
Necip Fazıl’dan Deniz Gezmiş’e, İskilipli Atıf Hoca’dan Yılmaz Güney’e, Bülent Ecevit’ten Yaşar Kemal’e Fakir Baykurt’tan Muhsin Yazıcıoğlu’na kadar bir çok şair, yazar, aktivist, fikir adamı, gazeteci ve siyasetçi yürüdüğünüz bu yollarda yürüdü, içerisine girdiğiniz bu odalarda kaldı.”
Müzemizin giriş kapısındayız. Yaklaşık bir saat sonra hemen yandaki kapıdan çıkıp normal hayatımıza devam edeceğiz. O kapıdan girerken hep yandaki kapıdan çıkmayı ümit etti insanlar, kimisinin ümidi hiç bir zaman gerçekleşmedi. Kapıdan girdik ve yan yana iki insanın yürüyemeyeceği kadar dar olan upuzun koridordan yürürken Neşet Ertaş’ın Hapishanelere Güneş Doğmuyor türküsü ile ortama daha da adapte oluyoruz. Biraz daha geniş olan yoldan yürümeye devam ediyoruz. Sol tarafımızda kadınlar koğuşu kalıyor. İlk uğrayacağımız yer Hilton koğuşu. Hapishanede de Hilton mu olurmuş demeyin çünkü burası -mahpusların tabiriyle- hapishanenin en güzel kısmı. O yüzden bu isim ile alınıyor. Ankara manzarasına ve 2-6 kişi arasında değişen odalara sahip bu koğuşlarda Bülent Ecevit, Osman Bölükbaşı, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet gibi birçok ünlü isim kalmış. Yatakları, yorgan ve yastıkları hatta duvarları orijinal haliyle görebilirsiniz.
Ankara manzarasına ve 2-6 kişi arasında değişen odalara sahip bu koğuşlarda Bülent Ecevit, Osman Bölükbaşı, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet gibi birçok ünlü isim kalmış.”
Oradan çıktığınızda tecrit (müşahede) koğuşlarına doğru yönelirsiniz. Belki de insanı en çok etkileyen yer burasıdır. Bu koğuşlar cezaevine bir mahkum ilk alındığında hangi tip koğuşa gitmesi gerektiğine karar verilene kadar tutulduğu koğuşlardır. Alçak demir bir kapıdan içeri girdiğinizde solda gardiyanın balmumu heykelini görürsünüz. Ziyaretçinin o günleri sanki gerçekmiş gibi tekrardan yaşayabilmesi için, girdiğiniz koridorda mahkumların ve gardiyanların bağırmaları ve kavgaları ses sistemleri yardımıyla dramatik bir şekilde içimize işleniyor. Kendi hücresinde türkü söyleyen mi arasınızız, yoksa “açın kapıları” diye yalvaran mı? O ortamdan bir an önce çıkmak istiyor insan. O anları daha iyi yaşamak istiyorsanız en sonda herkesin girebildiği, güneş ışığını sadece 2-3 tane delikten alan tecrit odalarına girebilirsiniz. Oradan çıkıp gene ince uzun bir koridordan tekrardan müşahede odalarının başladığı yere gelirken duvardaki resimlere bakmayı sakın unutmayın.
4.koğuşun avlusuna girdiğimizde, duvarlarda o dönemde cezaevinde çekilmiş ve olayları kafanızda daha iyi canlandırmanızı sağlayacak fotoğraflara baktıktan sonra koğuşa girebilirsiniz.
Bu koğuşta mahkumların bizzat kendilerinin kullandığı çatal, kaşık, tabak ve tencere gibi eşyaları görebilirsiniz. Yaklaşık 40 kişilik olan yatakhanelere girdiğinizde ise buranın biraz önce görmüş olduğunuz tecrit odalarına nazaran daha sakin bir yer olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Her koğuşta olduğu gibi bu koğuşta da duvar yazılarından sobalara, posterlerden ranzalara kadar bütün eşyalar orjinaldir.
Bu koğuştan çıktığımızda diğer koğuşları da ziyaret edebilirsiniz. Bundan sonraki koğuşlarda, bu hapishanede kalan bazı önemli kişiler hakkında ayrıntılı bilgiler edinebilirsiniz. Koğuşlara girdiğinizde duvardaki o dönem basılan, cezaevi veya önemli bir siyasi olay ile alakalı gazeteleri incelemeyi unutmayın. Müzeyi gezerken sürekli karşınıza çıkacak olan duvara yapılmış resimler ise bizzat mahkumlar tarafından yapılmış ve günümüze kadar korunmuştur. Koğuşlarda bir diğer dikkat etmeniz gereken husus ise şudur: yatakhanelerin tabut şeklini andıran tavanlarına baktığınızda 2-3 tane pencereye benzeyen yerler olduğunu görürsünüz. Koğuşta bir karışıklık çıktığı zaman gardiyanlar kapıdan girmek zor olacağı için oradan kontrol etmeye çalışırlardı durumu, yani tavandan.
Diğer koğuşlarda ise biraz daha hapishane hayatından çıkıp sergi kısmına geliyoruz. Tabi ki yine koğuşların, yatakhanelerin içerisindeyiz lakin bu sefer mahkumların kendi eşyalarına rastlıyoruz. İdam edilmeden hemen önce giydikleri ceketleri, kendi elleri ile yazdıkları şiirleri ve mektupları, ibadet için kullandıkları tesbihleri ve seccadeleri, sigaraları, kasketleri, ayakkabıları… Hemen yandaki koğuşta ise suçlulara takılan prangaları, idamdan önceki son mektupları, telgrafları, radyoları, hapishaneye ve şahıslara ait daha birçok eşyaları görüyoruz. Daha ağır suçluları cezalandırmak için yapılan hücreleri ve film izlemek için yapılan sinema koğuşunu da ziyaret etmeden geçmeyelim.
Son kısım ise en önemlisi. Gezimizin ve sözlerimizin bittiği yere varıyoruz, Ulu kavak ağacına. Önünde 19 kişinin idam edildiği ve ağacın bir şahit olarak bütün olayları izlediği yere. Hemen arkada darağacını görmek mümkün. 19 kişinin asıldığı ip ve darağacı. Tam o durduğunuz yerde, kavak ağacının dibinde ülkenin tarihine damgasını vurmuş kişiler canlarını verdiler. Daha 10 dakika önce eşyalarını, yaşadığı yerleri gördüğünüz insanlar bundan yıllar önce orada son defa nefes aldılar ve bir daha veremediler. Sanırım daha fazla tasvir etmeme gerek yoktur.
Daha 10 dakika önce eşyalarını, yaşadığı yerleri gördüğünüz insanlar bundan yıllar önce orada son defa nefes aldılar ve bir daha veremediler.”
Artık yaklaşık bir saat önce girdiğimiz kapının yan tarafındaki kapıdan farklı bir insan olarak çıkabiliriz. Müzemiz hakkında sonuç olarak şunu söylememiz gerekir. 81 yıllık tarihi boyunca nice tanınmış yahut tanınmamış, haklı veya haksız yargılanmış, idam edilmiş veya beraat etmiş birçok insana ev sahipliği yapan, bütün bu farklılıkları kendi duvarlarına ve eşyalarına sindirmiş Ulucanlar Cezaevi, Türkiye’nin hafızasından silinmeyecek bir hatıradır. Bizim yapmamız gereken ise bu müzeyi ziyaret ettikten sonra, burada bir saat içinde gördüklerimizden ders çıkarıp bir daha böyle kötü olayların yaşanmaması için çabalamaktır.
Tavsiyeler:
Film: Uçurtmayı Vurmasınlar
Kitap: Cinnet Mustatili, Necip Fazıl
Ulucanlar Cezaevi Müzesi web sitesi: https://www.ulucanlarcezaevimuzesi.com.tr/
Belgesel: Ulucanlar Cezaevi (3 bölüm) Bedirhan Gökçe (Youtube)
Ulucanlar Belgesel, Altındağ Belediyesi (Youtube)
Ziyaret: Pazartesi günü hariç her gün saat 10:00 – 17:00 arası ziyaret edebilirsiniz.* Ücret: Tam: 7 TL / Öğrenci-Öğretmen: 2TL/ 65 yaş üstü ve engellilere ücretsiz.
*Pandemiden dolayı çalışma saatleri ve günlerinde değişiklik olabilir. Kesin bilgi için müze ile iletişime geçiniz.
Leave a Reply