Seyyar Kuleler

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kaleme aldığı Huzur romanındaki aydın tipi fildişi kulesine çekilmişken Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adam isimli otobiyografik romanında karşımıza çıkan aydın tipi Anadolu’ya yönelmiştir. Ne var ki halkın içine doğru yol alan bu aydın tipi de kulesini beraberinde taşır.

Türk aydını ve halk arasındaki ilişki 19. yüzyılın ortalarından itibaren tartışılan ve aradaki mesafeyi azaltmak için çeşitli çözüm yolları sunulan bir mesele olmuştur. Öte yandan, tartışmaların sonunda harekete geçilmesi ve halkla temasın sağlanması neredeyse iki yüz yıl sürmüş, mesele yılan hikayesi misali bir hal almıştır. Bu hikayenin aynı döneme ait kahramanları Ahmet Hamdi Tanpınar ve Şevket Süreyya Aydemir tarafından farklı şekilde ele alınmıştır. Ahmet Hamdi’nin Huzur kitabında Boğaz çevresine sıkışan aydın, Şevket Süreyya’nın Suyu Arayan Adam kitabında Anadoluya geçmiş, onu bir otomat olmaktan kurtaracak olan gerçekle yüzleşmiştir. İstanbul’daki idealizm Anadolu gerçeği ile karşılaşınca sarsılmış ve eyleme dönüşürken kabuk değiştirmek zorunda kalmıştır.

Huzur bizlere 2. Dünya Savaşı’nın ilanından hemen önce İstanbul’un şefkatli kolları arasından tok karnını sıvazlayarak halkın kalkınmasına yönelik gelecek vaadeden fikirler öne süren Boğaz aydının psikolojik alt yapısını vermektedir. Bu insanlar fikirlerinin sorumluluklarını yüklenmekten hiçbir zaman çekinmezler ancak eyleme dönüşen fikirleri o kadar azdır ki geriye sadece kişisel kararlar ve bu kararların sonucu olan kişisel buhranlar kalır. Bu durumun en büyük nedeni aydın ve onun malzemesi olan halk arasındaki uçurumdur. Nitekim en yetenekli ve zeki sanatkar bile tanımadığı ve dokunmadığı bir maddeden şaheser yaratamaz. Düşününce var olabilirsiniz fakat var edemezsiniz. Romanın sonlarında aşkı acı bir tecrübe olarak geçmişte bırakmak zorunda kalan Mümtaz, belki de hayatında ilk defa halkın sorumluluğunu gerçek manada yüklenmenin ne demek olduğunun farkına varıyor. Hamal ile alakalı sarfettiği “Muharebe olursa bu hammal askere gidecek! Ben de gideceğim! Fakat arada bir fark var. Ben Hitler’i ve fikirlerini tanıyor ve ona kızıyorum. Onunla sevine sevine dövüşürüm. Fakat bu biçare ne Almanya’nın, ne de bu fikirlerin farkında. Bilmediği, tanımadığı bir davaya karşı harbedecek; belki de ölecek!” sözleri ve bu sözlere ek olarak o hamala savaşta öl emrini verecek kişi olduğunun farkına varması, bir aydın olarak mesuliyet kavramının aslında ne kadar acı anlamlara sahip olduğunu kavramasını sağlıyor. Halka dostunu, düşmanını tanıtmakla başlayan ve gerektiği yerde öl diyebilmeyi kapsayan bir mesuliyet.

En yetenekli ve zeki sanatkar bile tanımadığı ve dokunmadığı bir maddeden şaheser yaratamaz. Düşününce var olabilirsiniz fakat var edemezsiniz.”

1930 Karaköy ve insanlar.

Suyu Arayan Adam’daki Şevket Süreyya ise bir düşünceden çok hareket adamı, belki de tam olarak bu yüzden hayatı boyunca düşünceden düşünceye bir hareket halinde. Farklı fikir akımlarının şiddetli savunucusu olmaktan geri durmamış, halka rağmen halkı eğitmeyi seçmiş bir insan. Belki de bu eylem ve direniş tutkusunun arkasında gençlik yıllarında tanıştığı komünizmin etkisi var. Komünizmin fikir babası Karl Marx’ın ortaya attığı praksis kavramı Şevket Süreyya’nın düşünce dünyasında Boğaz aydınına getirilmiş bir eleştiri ve beraberinde ortaya konulan bir çözüm önerisi görevi görüyor. İki yüz yıldır düşünüyorsunuz artık sahaya inin ve bir şeyler yapın çığlığının sosyolojik terminolojideki tek kelimelik karşılığı, yazarı yeni kurulan bir ülkede sorumluluk almaya zorluyor. Öte yandan, bu hareket halindeki yeni aydın tipi İstanbul’dan ayrılsa da fildişi kulesinden henüz ayrılmamış. Halka eskiye nazaran içinden ama yine de seyyar kulesinin tepesinden bakıyor. Ayrıca, en yukarıda o olduğu için yenilikçi ve en doğru olanı da hala ilk o görüyor. Sadece savaşı sarayından yönetmek yerine, savaş meydanına gelmeyi tercih ediyor.

Suyu Arayan Adam’daki Şevket Süreyya ise bir düşünceden çok hareket adamı, belki de tam olarak bu yüzden hayatı boyunca düşünceden düşünceye bir hareket halinde.”

Huzur ve Suyu Arayan Adam bir medeniyetin restorasyon dönemini konu alan iki önemli eser. Her ne kadar farklı türlerde yazılmış olsalar da bu fark iki eserde de ortaya konulan aydın profilini karşılaştırmaya engel olmuyor. Ahmet Hamdi’nin aydını Boğaz çevresinde yaşayan, çalan savaş davullarının sesini bir tasavvuf musikisini yorumlar gibi yorumlayan ve o davulların tokmakları altında ezilecek olan halka, nasıl kurtulacağını fısıltılarla anlatan bir tiplemedir. İhsan ölüm döşeğindeyken doktor ve Mümtaz’ın oturup keman konçertosu dinlemesi bu aydın tipinin güzel bir temsilidir. Şevket Süreyya ve arkadaşları ise Anadolu gerçeği ile yüzlemiş fakat bu yüzleşme onları yaklaştırmaktan çok uzaklaştırmıştır. Halka daha yukarıdan bakmaya başlayan Kadro hareketi kendi doğrularını, halk için halka rağmen dayatmaktan geri durmamıştır. Sonuç olarak iki farklı aydın tipi de halkı halktan bağımsız bir şekilde ihya etmeye çalışmıştır.

Ahmet Hamdi’nin aydını Boğaz çevresinde yaşayan, çalan savaş davullarının sesini bir tasavvuf musikisini yorumlar gibi yorumlayan ve o davulların tokmakları altında ezilecek olan halka, nasıl kurtulacağını fısıltılarla anlatan bir tiplemedir.”

Kaynakça:

Tanpınar, A.H. (2018). Huzur. İstanbul:Dergah Yayınları

Leave a Reply

Your email address will not be published.