Gündüzleri resim yapıp geceleri yazı yazan Bedri Rahmi Eyüboğlu ne yalnızca ressamdı ne de yalnızca şair: O resmini yazdı, şiirini çizdi.
Bedri Rahmi: ressam, şair, yazar, akademisyen; hayat ve aşk tutkunu profesyonel bir gözlemci. Bedri Rahmi, eğitimci bir ailede büyüdü; babası, abisi kalem kağıtla haşır neşir olan insanlardı. Resme tutkuyla bağlanmaya başladığı lise yıllarına kadar, resim ödevlerini abisi Sabahattin Eyüboğlu’na yaptırıyordu. Nitekim, Bedri Rahmi’deki bu yeteneğin fark edilmesi üzerine bursunu kendisiyle paylaşarak onu Paris’te resim eğitimi almaya gönderen yine kendisinden 3 yaş büyük olan abisi, Sabahattin Eyüboğlu olmuştur.
Günümüze değin sözlerini resimlerle, resimlerini de sözlerle kavuşturup sanatımıza sundu. Yalnızca şair veya yalnızca ressam olarak değerlendirilmekten hoşlanmazdı, aksine, şair ve ressamın beraber üretebileceğini kanıtlamak istiyordu. İmgelerin zihinde bir bütün olduğunu, yazılı olanın daima görsel bir tezahür uyandırdığını savunuyordu. Sanatının sözlü ve görsel ifadesini bir bütün olarak gören Bedri Rahmi’nin; hem tür, hem de tarz olarak verdiği çeşitli eserler, onun sanat yelpazesini oldukça genişletir.
Bedri Rahmi’nin şiirsel dili ve fırçasının izinin birbirine benzediği görülür: şiirlerini vurgularken kullandığı derin anlamlar, resimlerde de tezahür ediyordu. O, muhataplarına sözlerinin tadını aldırıyor, onların kokusunu duyuruyordu. Aynısını fırça darbeleriyle de yapmak istiyordu. Bu nedenle eserlerinden keyif duyan insanların, bu keyfi yazılarının ve çizimlerinin renklerini görerek, biçimlerini hissederek almalarını istiyor; bunun için de parlak ve canlı renklerden; nar, karadut, hayat ağacı gibi kanlı canlı motiflerden ve tabiat ögelerinden sıkça yararlanıyordu. “Karadutum, çatalkaram, çingenem” sözlerinde yoğun bir şekilde hissedilen kara rengiyle esmer bir güzeli görür gibi değil miyiz? “Hissetmek ve duymak, amansız bir âşık olmak, anlamaktan ziyade sevmek”, onun en iyi silahlarıydı.
Eserlerinden keyif duyan insanların, bu keyfi yazdıklarının ve çizdiklerinin renklerini görerek, biçimlerini hissederek almalarını istiyor; bunun için de parlak ve canlı renklerden; nar, karadut, hayat ağacı gibi kanlı canlı motiflerden ve tabiat ögelerinden sıkça yararlanıyordu.”
Oluşturduğu “yeterince yerel olan, evrenseldir” algısıyla Anadolu kültürünü modern ögelerle harmanladı. Bedri Rahmi sanatın, geleneksel ögelerden beslenmesi gerektiğini savunuyordu. Bu görüşü benimsemesine Anadolu gezilerinin neden olduğunu söylemek mümkündür. Gezileri boyunca gördüklerinden çok etkilenmiş, Anadolu’nun ona hissettirdiklerini eserleriyle buluşturmuş, hayranlığını düz yazılarında ve şiirlerinde belirtmekten de geri durmamıştır. Anadolu gezileri boyunca yaptığı en belirleyici şeylerden biri köy sokaklarını ve insanlarını şiirlerine yansıtmak, onları tuvalinde resmetmek olmuştur. Anadolu vurgusuyla resmettiği bir değer eser, Aşık Veysel portresi ve yazdığı dizeler, sanatını anlamamıza bir nebze yardımcı olabilir.
“İki gözünde iki zindan
On parmağında on çeşme nur
Yüreği yanmış tutuşmuş
Sivas‟tan bir âşık gelir”
Gördüğümüz gibi Bedri Rahmi’nin şiiri de bize görsel bir bütünlük sunuyor. Betimlemeler için kullandığı tabiat ögeleri, şiiri gözümüzde canlı kılan etkenlerden. Resimde ise renklerin kontrastı, siyah kalın çizgiler halinde uygulanan kontür ve geometrik-köşeli şekiller biçimsel olarak modern ögeleri temsil ederken konu ve imge bakımından oldukça yerel bir eserle karşı karşıyayız: Elinde sazıyla bağdaş kuran bir Aşık Veysel, dallarda kuşları ve yapraklarıyla gerçeküstü bir doğa manzarasının önünde duruyor.
Bu eserde ve birçok eserinde, Bedri Rahmi’nin Fransa’da aldığı eğitimin izlerini uyguladığı teknik ve renk seçimlerinde görmek mümkündür. Hatta saydığımız biçimsel özelliklerden ötürü, Bedri Rahmi’nin tarzı kimi sanat tarihçilerince Henri Matisse ve Raoul Dufy’e yakın görülmüş; tablolarında gözümüze çarpan renk kontrastı, bu görüşü pekiştirmiştir. Matisse’in renk anlayışına benzer biçimde, Bedri Rahmi de her rengi denemeye değer görmüştür. Bunun için de zıtlıkları kullanmaktan çekinmemiş, çarpıcılığı görsellikle yakalamanın yollarını bu şekilde aramıştır.
Nitekim hayat şartları ve özel hayatında yaşadığı duygusal fırtınalar sebebiyle şairin, kimi zaman kalemiyle beraber sözleri de değişir, içine kapanır. Bu renkli ve hayat dolu kişiliğinin yanında, Bedri Rahmi’nin içinde yalnızlığının farkında ve karamsar bir adam da yattığını çizgileri ve dizeleriyle fark ederiz. Evet, zaten hayat biraz da böyle değil midir? Hayatta da canlı ve parlak renklerin, kontrastın ve coşkunun yanında tek renkli cılız mürekkep darbeleri ve karanlık manzaralar yatar. Bu resim ve altındaki şiir denemesi de bu duygu durumunu bizlere aktarır.
“Yalnızlığın kadarsın,
Yalnızlığın mis kokmalı
Yalnızlık dediğin acaip bir zindan
Dünyanın en kalabalık zindanı
On milyonluk başkentte yapayalnız
Öyle hizaya getiriyor ki insanı
Yalnızlığın kadarsın
Yalnızlığın mis kokmalı.”
Aşina olduğumuz şu dizelerse, yine ressamın bir eserinde yer alıyor, çizimin altında şiirin yer alması, Bedri Rahmi’nin şiir ve resminin birbirine içkinliğini kanıtlar nitelikte yeni bir örnek oluşturuyor:
“Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar”
Sonuç olarak Bedri Rahmi’ye, “coşkulu duyguların ve yalnızlığın sanatçısı” demeyi tercih edebiliriz. Geleneksel sanattan ve modern ögelerden beslenen eserleri yerel sanatımızı beslemiş; Anadolu kültürünü, orijinal bir perspektifle bizlerle buluşturabilmiştir. “Aydın sanatçı, bu güzel geleneğe kişiliğini katsın, yeter. Halk sanatının biricik eksiği budur.” demiştir. Bununla beraber, eserlerinde kullandığı renk ve imgelerle aktardıklarını “hissettirmeyi” amaçlamış ve bunu o duyguya uyumlu farklı metotlar ve renklerle uygulamıştır. Nitekim hem edebî hem de görsel eserlerinde yerel coşkuyu hissetmek kadar karanlık yalnızlığını görmek de mümkündür. Sanatımız, onun gibi bir duygu adamını ağırlamış olmaktan ve yüklü “his”ler barındıran eserlerine ev sahipliği yapmaktan dolayı çok şanslıdır.
Leave a Reply