Doğanın yüceliği karşısında amansız bir güçsüzlük, ifadeye muhtaç bir duygu yoğunluğu ve Caspar D. Friedrich. Tasvirinin biricikliği, her eserinde kendini nasıl yeniden hissettiriyor? Deniz Kenarında Keşiş’inin puslu havalarıyla Hayatın Evreleri’nin alegorik ve duygu yüklü kompozisyonu bizlere neler anlatıyor?
Puslu havaların, yalnız adamların ve bulutlu göklerin ressamı Caspar David Friedrich, kişinin doğa karşısındaki tavrını konu alan eserlere imza atmış, ölüm temasını işlemiş ve Alman romantizminin en önemli temsilcisi olmuştur. Eserleri ölümünden 20. yüzyılın son yarısına değin gün yüzüne çıkmamış olsa da bu dönemden itibaren sayısız araştırmaya konu olmuş, duygusal ögelerden beslenen eserleri sanat tarihçileri tarafından tahlil edilmeye çalışılmıştır. Friedrich’in hayatına ve eserlerine göz atmadan önce romantizm akımının doğuşunu, bu akımın Avrupa’daki etkisini ve romantizmin estetik ve yücelik kavramlarıyla ilişkisini incelemek faydalı olacaktır.
Puslu havaların, yalnız adamların ve bulutlu göklerin ressamı Caspar David Friedrich, eserlerindeki doğa vurgusu ve kişinin doğa karşısındaki tavrını konu alan pek çok esere imza atmış, ölüm temasını eserlerinde işlemiş ve Alman romantizminin en önemli temsilcisi olmuştur.”
18.yy.da Almanya’da Kant ve İngiltere’de Burke etkisiyle felsefede sublime (Tr. yücelik) kavramının altı çizilir. Burke, hissedilebilecek en güçlü duyguyu yücelik olarak tanımlarken bu kavramı, ulaşılamazlığın eş anlamlısı olarak ifade eder. Bu yüceliğin, insanın doğa karşısındaki büyülenmesinden doğduğu söylenir ve kavram Kant estetiğinde belirginlik kazanır. Ruhun aynası olan eserlerin meskeni olan romantizm akımının yücelikle buluşması, felsefecilerin eliyle olmuştur. Nitekim Burke’ın tanımında ifade edilen ulaşılamazlığı romantik sanatçılarda, özellikle Friedrich’in kompozisyonlarında sıklıkla görmek mümkündür.
Friedrich, kişilerin gördüklerinden çok hissettiklerine eğilmesi gerektiği, böylece gerçek sanat eserlerinin ortaya konabileceğini savunuyor; eserin içtenliğine ve duygu yüküne önem veriyordu. “Gözünü kapa, önce kendi resmini manevi gözünle gör.” derken tabiatüstücülüğe yaptığı vurguyu görebiliriz. Bunların yanında ressamın hayata en yakınlarını kaybederek başlaması, resminde ölüm temasını hâkim kılar. Özellikle erkek kardeşinin boğulduğu Baltık Denizi, birçok kompozisyonunda karşımıza çıkar; ressam, eserlerinde kendi hikayesini de yazar. Denmark Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki eğitiminden sonra Kuzey Avrupa’yı terk etmemiş, Fransız İhtilali’nden sonra sanatçılarda ortaya çıkan Fransa ve İtalya’ya gitme sevdası onu etkilememiştir. Hatta birçok eseri, ayrılmak istemediği coğrafyalardan, Danimarka’dan, İsveç’ten esintiler taşır. Bulutların arasında kaybolan yüce sıradağlar, sis kümeleri ve renk geçişleri,Friedrich’in eserlerinin tipik özelliklerindendir. Nitekim atölyesini gezen heykeltıraş David d’Angers, “Bu adam, manzaranın trajedisini keşfetti.” demiştir.
Ressamın Deniz Kenarında Keşiş tablosu, en radikal eseri olarak adlandırılabilir. Eserde, arkası dönük bi keşiş uzakları seyretmektedir. Eser, manzara geleneğini yıkmış, sınırsız bir alan tasviri yapmıştır. Resimde kara, deniz ve gökyüzü birbirinden keskin çizgilerle ayrılır. Hatta ressamın denize ilk başta iki yelkenli eklediği, bu yelkenleri geçişlerdeki keskinliği bozdukları düşüncesiyle kompozisyondan kaldırdığı bilinmektedir. Resimde dikkati çeken ilk şey, gökyüzündeki kızıl gölgelerin arasından gelen ay ışığıdır. Zaman belirsizdir: gün batımından sonra mı yoksa gün doğumu mu bilinmez. Bilinmeyen bir diğer şey ise keşişin uçurumda mı yoksa sahilde mi duruyor olduğudur. Kompozisyonda yatay bir yapılanma görürüz: kıyı, deniz ve gökyüzü yatay çizgilerle resmedilmiştir. Resmin tek dikey figürü olan keşiş ise kişinin çaresizliğini, küçüklüğünü hissettirir niteliktedir. Zamanının manzara tasvirleriyle olan farklılığı sebebiyle ve perspektif genişliği nedeniyle gözü yorduğu ileri sürülerek esere çokça eleştiri yapılmıştır. 1808-1810 tarihleri arasında resmedilmiş olan eser, şimdilerde Berlin Alte Nationalgalerie’de bulunmaktadır.
Caspar David’in eserlerindeki duygu yoğunluğunu hissetmemek mümkün değildir. Bu duygu yoğunluğunun hem yaşadığı kayıplardan hem de kişisel özelliklerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Friedrich, manzara tasvirleriyle döneminde çığır açmıştır, Alman romantizmi bugün onun ismiyle beraber anılmaktadır. Resimleri ruhun aynası olma özelliği taşır, doğa unsurları barındırır ve ölüm, yalnızlık ve sonsuzluk temalarını sıklıkla içerir. Ressamın “Önündekini değil içindekini resmet.” sözü, sanat anlayışını özetler niteliktedir. O da, içindekini resmetmiştir.
Leave a Reply