Öfke olumsuz duygu kabul edilse de doğru tanımlanıp uygun şekilde ifade edildiğinde bizim için gerekli ve koruyucu görev üstlenir.
“Öfke hiçbir zaman nedensiz değildir, ama ender olarak iyi bir nedeni vardır.” Benjamin Franklin
Öfkenin bir dili olsa ve konuşsa ne söyler, ne sorardı? Asla kabullenilmediğini mi, fark edilmeyip yok sayıldığını mı, ortaya çıkmayadursun ondan koşar adımlarla uzaklaşıldığını mı ya da istenmeyen sonuçlara sebep olduğunu mu? Öfke; mutluluk gibi doyasıya yaşanmak istenen, yaşam boyu peşinde koşulan, ulaşılması zor, ulaşılırsa da asla bırakılmayan bir duygu değildi. O zaman niye vardı öfke? Öfkelenmek kötü müydü? Her zaman öfke mi sebep olurdu şiddete? Öyleyse öfkelenmeyen var mıydı?
İnsan değişime tabidir. Hiçbir şey kalıcı kalmadığı gibi duygular da kalıcı olmaz.”
Olumlu duygulara karşı; “Neden şimdi mutluyum? Hayır, hayır mutlu olmamalıyım, sevinmemek için başka bir şey düşünmeliyim.” gibi söylemler kulağa pek de gerçekçi gelmiyor. Çünkü bu olumlu duygular nereden, nasıl ve niye geldi diye sorgulanmayıp doyasıya hissetmek isteniyor. Öfke mevzubahis olduğunda ise devreler karışıyor. Çünkü öfke hayatın içinden bir duygu olarak kabul edilemiyor. Hissedildiğinde sorgulanıyor, inkar ediliyor, uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Öfkeye tahammül edilemiyor. Hatta öfke tam olarak tanınmadığı için baş edilemez oluyor. Bir yandan ise zihin hep öfkeyle mücadele ediyor. Belki de bu yüzden olumsuz duyguları yaşama süresi olumlu duygulara göre daha uzun oluyor. Mutlu bir haberin etkisi saatler sonra biterken üzgün bir ruh hali günlerce sürebiliyor. Oysa insan olumsuzu bir an önce gönderip olumlu duygulanıma geçmeye çabalıyor. Sonuç ise böyle olmuyor. Aslında insan olumsuz duyguları inkarla uğraşırken üzerinde fazla durup o halin geçmesine bir türlü izin vermemiş oluyor. O hal hep insanla kalıyor çünkü içten içe hep o duyguyla meşgul olunuyor. Çünkü insan neden öfkelendiği üzerine ne kadar uzun düşünürse, öfkeyi haklı çıkaracak o kadar çok “iyi neden” icat eder. Böylelikle öfkeye kafayı takmak onu çözmez aksine körükler. Mutluluk duygusuna ise tüm kapılar açık olup sürekli gelsin diye beklenir. Sebebi sorgulanmaz, zihin onunla meşgul olmaz, sadece o an mutluluk fazlasıyla yaşanır ve biter. Olumsuz duygu ise yaşanamadığı için bitmez. İşte insan olumsuz duyguları da böyle kabul etse ve o an o duyguyu yaşamaya izin verse belki de o kadar uzun sürmeden gidecek. Çünkü insan değişime tabidir. Hiçbir şey kalıcı olmadığı gibi duygular da kalıcı olmaz. Yaşanan duygu da başka bir duyguya evirilir.
Çünkü insan neden öfkelendiği üzerine ne kadar uzun düşünürse, öfkeyi haklı çıkaracak o kadar çok “iyi neden” icat eder.”
Öfke, mutluluk, korku, şaşkınlık, kaygı vb. duygular gibi her insanda olması gereken duygulardır. Tüm duygular bizim için gereklidir ve yaratılıştan hepsi kodlanmıştır. Çünkü duygular harekete geçmemizi sağlayan dürtülerdir. Yaşamla baş edebilmemiz için bazen insanı korumaya, bazen ise acil planlar yapıp insanı harekete geçirmeye programlanmıştır. Duyguların bedeni farklı tepkilere hazırladığını gösteren çalışmalara göre öfke hissedildiğinde kan akışı, bir silahı tutmayı ya da düşmana vurmayı kolaylaştırıcı şekilde ellere yönelir; kalp atışı hızlanır, adrenalin gibi hormonların hızla salgılanmasıyla birlikte çevikçe hareket etmeye yetecek güçte enerji meydana gelir. İşte bu sistem, insan bir tehditle karşılaştığında otomatik olarak devreye girip vücudu harekete geçirmek için yüksek enerji ve güç sağlar. Öyleyse öfke hissettiğimizde vücudumuzda olan bu değişiklikleri görmemek ve bastırmak ne kadar doğru değilse bu yoğun enerjiyle durup düşünmeden hareket etmek de hiç istenilmeyen ve pişman olunan sonuçlara sebep olur. Çünkü düşünme sistemi devrede olmadığı için o an alınan kararlar sağlıklı olmaz. Bu noktada ise yatışmayı beklemek önem arz eder.
Peki, öfkeyi kabul etmek ve bastırmamak demek öfkeyi kusmak mı demek? Tice, öfke kusmayı, yatışmanın en kötü yollarından biri olarak görüyor: Hiddetli patlamalar beyni iyice uyarır ve insanı daha az değil, daha çok öfkelendirir. Daha etkili yöntem olan önce yatışıp sonra kendini ortaya koyacak bir biçimde o kişiyle yüzleşerek anlaşmazlığı gidermek daha yapıcı ve baş edilebilir olur.
Hiddetli patlamalar beyni iyice uyarır ve insanı daha az değil, daha çok öfkelendirir.”
Yatışma için süre verilmelidir. Uzaklaşma, dikkati başka yöne çevirme, egzersiz ya da zihne gelen düşmanca düşünceleri gelir gelmez yazma gibi çalışmalar, zihinde öfkeyi arttıran düşünceleri sakinleştirmeye ve bedeni yüksek uyarılma düzeyinden rahatlama düzeyine çekmeye yardımcı olur. Uyarılma halinden çıkıldığında ise üzerine düşünülerek “Öfkem bana ne diyor, bir birikimin sonucu mu, burada tam olarak neye kızdım?” sorularıyla kendimizi dinlemek daha sağlıklı adım atmaya yardımcı olabilir. Sonrasında ise elbette hissedilen öfke ve sebepleri karşı tarafa ifade edilebilir. Böylelikle hem öfke fark edilmiş hem de uygun bir yolla dışarı vurulmuş olunur.
Öyleyse öfkeyle nasıl baş edilebilir sorusuna ne demiş Chögyam Trungpa: “Öfkeni içine atma. Ancak öfkeyle hareket de etme.”
Leave a Reply