Modernleşmenin Eşiğinde İstanbul

Hem Doğu Roma’ya hem de Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik etmiş İstanbul, 19. yüzyılda Tanzimat Fermanı ile modernleşme ve Batılılaşma hamleleri ile karşı karşıya gelmiştir. Önce Avrupa’dan getirilen mimarlar ile başlayan bu süreç zamanla yoğunluğunu artırmıştır. Günümüz İstanbul’u ise şehrin eski halinden çok daha farklıdır ve her gün değişmeye devam etmektedir.

İstanbul’un modernleşmesinin ve kentleşmesinin kökleri 19. yüzyılda Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği vakte kadar uzanır. Zira bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu öncelikle kendi içinde ve bütün devlet organlarında modernleşmeye ve bu modernleşme ile el ele ilerleyen  Batılılaşmaya gitmiş, imparatorluğun başkenti olarak İstanbul da bu süreçten olabildiğince nasiplenmiştir. Bu dönemde Osmanlı’dan Avrupa’daki mimarlık fakültelerine gönderilen öğrenciler veAvrupa’dan getirilen şehir planlamacıları ile başlayan bu süreç Cumhuriyet’in ilk kurulduğu dönemde de benzer şekilde devam etmiş, sonraki zamanlarda ise dışarıya başvurulmadan devlet eliyle gerçekleştirilen yıkımlarla İstanbul’u modern bir düzene koyma yoluna gidilmiştir. Günümüzde şehirde gerçekleştirilen yıkımlar, inşaatlar artık modernleşme başlığı altında ifade edilmese de İstanbul halen daha birçok bölgesinde değişim içerisindedir.
Süleymaniye’den İstanbul Panoraması, Hubert Sattler, 1844
Kentin modernleştirilmesi gerektiği fikrinin devlet tarafından ilk defa desteklendiği 19. yüzyılda Avrupa’da Paris ve Londra gibi şehirleri gözlemleme fırsatı bulan Mustafa Reşit Paşa’ya göre İstanbul’u modernleştirmenin iki önemli odağı vardı. Biri şehirdeki dar sokakların, çarpık inşa edilmiş yapıların düzenli, sistemli bir sokak ve mahalle yapısına kavuşturulması; ikincisi de İstanbul’un sahip olduğu şark şehri imajını kuvvetlendiren ahşap yapıların yerine kagir binalar inşa edilmesiydi. Reşit Paşa’ya göre bu şekilde devamlı yangınlarla baş etmeye çalışan şehrin bu problemi de büyük ölçekte engellenebilecek ve bir batı kenti görünümü elde edilebilecekti.
Edirnekapı’dan Fatih’e doğru bakış, Nicholas V. Artamonoff, 1935
Tanzimat dönemine gelindiğinde ise İstanbul başkent olarak devletin merkezileşme anlayışı etrafında şekillendirilmek istenmiş ve modernleşme çizgisinin bu durum baz alınarak gerçekleştirilmesi düşünülmüştür. 1839 yılında Prusya’dan II. Mahmut’un talebiyle gelen Helmut von Moltke İstanbul’un detaylı bir haritasını çıkarmak ve sokaklarını daha düzenli ve standart hale getirmek üzere vazifelendirilmiştir. Von Moltke’nin hazırladığı plan hala bütün detayları ile bilinmese de kendisi öncelikle Bizans İstanbul’undan kalan merkezi yapıları ve şehir düzenini kullanarak bir şehir içi ulaşım altyapısı kurmak istemiştir. Bu planda, devletin merkezileşme düşüncesine de paralel olarak İstanbul sınırları içerisinde Fatih’ten Pera’ya ilk defa bütün ve tek parça bir kent olarak değerlendirilmiştir. Her ne kadar Von Moltke’nin planları büyük oranda kağıt üstünde kalsa da İstanbul bu dönemde devletin de teşviği ile birçok alanda modernleştirilmiştir. Örneğin, imparatorluğun merkezileşme sürecinde ve şehrin modern bir yapıya kavuşmasında ulaşım hayati bir önem arz etmekteydi. Bu açıdan Von Moltke çizdiği projede Tarihi Yarımada’da yer alan ve Bizans’tan Osmanlı’ya intikal etmiş forumları birbirine bağlayan geniş yolları kullanmış, diğer küçük yolları da bu geniş arterlerlenen kılcallanan sokak ağları olarak tasarlamıştır. Ancak İstanbul gibi ortasından bir boğaz geçen, Haliç gibi arasından suyla bölünen ve yer yer yükseltilere sahip bir şehirde sadece yollar ile sağlanan bir ulaşım ağı kurmak tam olarak yeterli olmamıştır. Bunun üzerine Von Moltke’nin planlarından bağımsız olarak 1851 yılında ilk defa Şirket-i Hayriye ile sabit hatlı vapur seferleri oluşturulmuş ve bu şekilde artık İstanbul’un iki yakası birbirine bağlanmıştır.

1839 yılında Prusya’dan II. Mahmut’un talebiyle gelen Helmut von Moltke İstanbul’un detaylı bir haritasını çıkarmak ve sokaklarını daha düzenli ve standart hale getirmek üzere vazifelendirilmiştir.

1875 yılında Karaköy-Pera arasında yeraltından çalışan ve dünyada ikinci defa yapılan metro hattının temelleri atılmıştır. İstanbul’a getirilen bu yenilikler şehre yeni bir perspektif sağlamış ve küçük dokunuşlarla şehre Batılı ve nispeten modern bir imaj çizmiş olsa da altyapısı, sosyal dokusu, mimari yapıları itibariyle İstanbul hala bir Osmanlı şehriydi. İstanbul’da modernleşme çatısı altında gerçekleştirilen ve şehrin bütünüyle kimliğine etki eden çok daha geniş çaplı değişimler cumhuriyetin ilanından sonra, 1936’da İstanbul’a davet edilen mimar Henri Prost tarafından gerçekleştirilmişti. Bir anlamda İstabul’un asıl büyük modernleşme hamlesi erken Cumhuriyet döneminde yapılmış, şehrin uzun zamandır sahip olduğu kimliği baştan sona değiştirilmiş ve bundan sonrasında gerçekleştirilecek diğer büyük değişimlerin de başlangıcı olmuştu. İstanbul özellikle imparatorluk bakiyesi ve Osmanlı’nın başkent şehri olmasıyla cumhuriyet değerleri çerçevesinde bir geri kalmışlık imajını, gelenekselliği temsil ediyordu. Dolayısıyla 1930’lu yıllarda gerçekleştirilen müdahalelerde bilinçli olarak İstanbul, Osmanlı şehri kimliğinden arındırılmak istenmiş, geniş bulvarlar, büyük caddeler ve sokak ağları ile tamamen modern bir Batılı şehri haline getirilme odaklı çalışılmıştır.

1875 yılında Karaköy-Pera arasında yeraltından çalışan ve dünyada ikinci defa yapılan metro hattının temelleri atılmıştır.

Henri Prost’un Eminönü Çarşı planlaması 1936-38
Devlet tarafından getirilen Fransız mimar Henri Prost, İstanbul’u zihninde tarihi bir şehir olarak düşünmüş ve modernleşme sürecinde şehirde gerçekleştireceği değişimleri ve şehir altyapısını bu gerçeği göz önünde bulundurarak yürürlüğe koymak istemiştir. Bu şekilde kendi planında sıfırdan bir şehir yaratmak yerine zamanında hem Osmanlı hem de Doğu Roma olmak üzere imparatorluklara başkentlik etmiş, dolayısıyla siyasi, ticari ve sosyal olarak zaten oturmuş bir kültürü olan şehir üzerine çalışacağının farkındaydı. Mimar Prost İstanbul’da en az bir asırdır gerçekleştirilmek istenen köklü bir mekansal değişimi yürürlüğe koyarken de şehrin geçmişini göz önünde bulundurmak istemişti ve bunun için İstanbul’daki tarihi Bizans ve Osmanlı yapılarının bir listesini çıkarmıştı. Bu tarihi yapılara yeni işlevler yüklemek suretiyle daha fonksiyonel yapılara dönüştürmek için çabalamış, ancak her ne kadar Osmanlı İstanbul’u da Bizans’tan kalan şehir yapısını tam olarak bozmadan inşa edilmiş olsa da, Prost gerçekleştirdiği bu modernleşme hamlelerinde Doğu Roma eserlerini daha fazla ön plana çıkaracak bir kent planı kurmuştur. Nitekim İstanbul’un Osmanlı’dan da öncesinde aslen bir Roma şehri olduğunu gösteren bir açık hava arkeoloji müzesi yapmak en büyük hayali olmuş ancak İstanbul’da kaldığı sürede bunu gerçekleştirememiştir. Bu sebepler göz önünde bulundurulduğunda her ne kadar Henri Prost’un aklında oldukça modern, aynı zamanda bütüncül bir biçimde tarihinin de korunmuş olduğu bir İstanbul tahayyülü olsa da şehre olan müdahalelerinin eleştirilecek çok fazla yönü vardır. Örneğin Turgut Cansever, Prost’un planının tarihi muhafaza eden gibi görünen ama aslında şehrin bütün niteliğini ve karakterini baştan değiştiren tepeden inme bir çalışma olduğunu söyleyerek tenkit etmiştir.

Mimar Prost İstanbul’da en az bir asırdır gerçekleştirilmek istenen köklü bir mekansal değişimi yürürlüğe koyarken de şehrin geçmişini göz önünde bulundurmak istemişti ve bunun için İstanbul’daki tarihi Bizans ve Osmanlı yapılarının bir listesini çıkarmıştı.”

 

Henri Prost’un Sultanahmet Projesi

Henri Prost Taksim Meydanı Projesi
Henri Prost’un çalışmalarına somut bir örnek vermek gerekirse bugün Atatürk Bulvarı
Cumhuriyet’in ilk yıllarında hem Osmanlı’dan kalma çeşmeler, camiler ve türbelerle dolur hem de Bizans’tan kalma Bozdoğan Kemeri’nin varlığıyla şehrin eski dokusunun en çok hissedildiği bölgelerden biriydi. Ancak Atatürk Bulvarı planı çerçevesinde Fatih semti Beyoğlu ile geniş bir yolla bağlanmış; çeşme, türbe gibi tarihi yapılar yıktırılmış ve eskiden olan dar sokaklar yerine kemerin aralarından geçen geniş caddeler yapılmıştır. Fonksiyonellik açısından eskisinden daha kullanışlı olması ayrı bir konudur ama bu planlarda bir şehrin mekansal hafızasının baştan sona değiştirildiği gerçeği de asla inkar edilemez.
Vatan, Millet, Unkapanı, Ordu Caddeleri ve Tarihi Yarımada’ya kadar Menderes Dönemi İmar Faaliyetlerinin Görünümü

1950 yılında Türkiye’nin Demokrat Parti ile artık çok partili döneme geçtiği ve Batı bloğuna yaklaştığı bir dönemde İstanbul’un Batılılaşması ve modernleşmesi hükümet tarafından tekrar gündeme gelmiş ve devlet eliyle bu yönde müdahalelerde bulunulmuştur. Bu dönemde geniş yollar, büyük bulvarlar için gerektiğinde tarihi yapılar da dahil olmak üzere büyük yıkımlara gidilmiş ve şehrin eskiden sahip olduğu görünümü çok büyük bir oranda ortadan kaldırılmıştır. Bugün İstanbul yine tarihi dokusunu sokak aralarında, ufak detaylarda adeta bir açık hava müzesi gibi hissettirir; ancak modernleşmeden önceki eski şehrin nasıl olduğu hakkında bir fikir sadece fotoğraflara ve tablolara bakıldığında anlaşılabilir.

Kaynakça:

Zeynep Çelik, 19. Yüzyıl Osmanlı Başkenti: İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 96-100

Esma İgüs, Hayriye İsmailoğlu, “Osmanlı Kenti İstanbul’u Yıkmak ve Yeniden Yapmak Paradoksu: Menderes Yıkımları”, s. 115-158

Cânâ Bilsel, “Shaping a Modern City out of an Ancient Capital: Henri Prost’s plan for the historical peninsula of Istanbul”, METU, Department of Architecture

Murat Gül, Richard Lamb, “Mapping, regularizing and modernizing Ottoman Istanbul: aspects of the genesis of the 1839 Development Policy”, Urban History , December 2004, Vol. 31, No. 3 (December 2004), pp. 420-436

Nur Altinyildiz, “The Architectural Heritage of Istanbul and the Ideology of Preservation”, Muqarnas , 2007, Vol. 24, History and Ideology: Architectural Heritage of the “Lands of Rum” (2007), pp. 281-305

Yorum Yap

E-mail adresiniz paylaşılmayacaktır.