Yüzyıllardır okunan ve İslam dünyasında önemli bir yeri olan Mantıku’t-Tayr’a dair sayısız açıklama ve eleştiri yazılmıştır. Peki Mantıku’t-Tayr modern dünyadaki tasavvuf kavramı için neler söylemektedir? Eserin tasavvuf algısı üzerinden modern zamanın tasavvuf yoksunluğunun sebeplerini okumak mümkün müdür?
Tasavvuf, İslam tarihinde diğer ilimlerle hemen hemen aynı dönemde teşekkül etmiş kabul edilse de, ona dair birçok menkîbede İslam öncesi tarihi karakterlerle karşılaşırız. Bunun sebebi, tasavvufun hadis, tefsir, kelam gibi Kur’an-ı Kerim ve sünnet etrafında şekillenen bir ilim olmaktan ziyade, insanın kemâle erme yolculuğuna odaklanan bir ilim olması olsa gerektir. İnsanın dünyaya ham gelmesi, pişip olgunlaşarak kemâle ermeye uğraşması ilk insandan bu yana ulvi bir hedef olmuştur. Bu ulvi hedefe dair yazılmış yüzlerce eserin en meşhurlarından biri de şüphesiz Feriduddîn’in Mantıku’t-Tayr’ıdır.
Bu ölümsüz eserin tasavvuf yolculuğunu imgesel anlatımı, hikayelerdeki padişah, ay yüzlü güzel, cefakar aşık gibi tiplemelerin neleri ifade ettiği ve bu benzetmelerin yüceliği eser etrafında oldukça incelenmiştir. Gelgelelim Mantıku’t-Tayr, yirmi birinci yüzyıldan yazıldığı döneme dair bir pencere vazifesi görmesi sebebiyle benim aklımdaki bir başka soruya da cevap oldu: Tasavvuf bugün neden on ikinci yüzyılda olduğu gibi hayatımızda değil? Cevaplardan biri İslam dünyasının gündeminin Feriduddîn’den bu yana ne denli değiştiğiyle, bir diğeri ise nedensellik temelli düşünce sisteminin İslam fikir dünyasını da etkilediğiyle ilintili.
Mantıku’t-Tayr, yirmi birinci yüzyıldan yazıldığı döneme dair bir pencere vazifesi görmesi sebebiyle benim aklımdaki bir başka soruya da cevap oldu: Tasavvuf bugün neden on ikinci yüzyılda olduğu gibi hayatımızda değil?”
Eser boyunca anlatılan onlarca hikayenin suret değiştirse de hakikat değiştirmeyen ana karakteri olan “aşık” kendinden geçmiş, dünyaya alakasını kaybetmiş, bir lokma ve bir hırkadan bile daha azıyla seyrine devam eden bir insandır. Onun evindeki, mahallesindeki ve ülkesindeki olaylarla ilgisi yok denecek kadar az olduğundan, bunun gerçekleşmesi için kişinin evinin de, mahallesinin de, hatta ülkesinin de kişiye olabildiğince az mesuliyet yüklemesi gerekir. Bu da ancak doğru ve hemen hemen pürüzsüz işleyen bir İslam devleti ile mümkün olabilir. Ancak pürüzsüz bir şeriat sisteminde bireylerin topluma karşı maddi ve dinî sorumlulukları azalır, çünkü sosyal halka içerisindeki maddi ve manevi düşkünlerin yardımcısı hali hazırda devlettir. İslam şeriatından uzak bir devlette bireylerin türlü eksikliklerini tamamlamak ise müslümanlardan başkasına düşmez. Bu açıdan bakıldığında yirmi birinci yüzyıl müslümanının hayatında tasavvufa geniş bir yer bulunmamasının, onun Attar’ın aşıklarından biri olamamasının sebebi sosyal yaşantının aldığı haldir, demek mümkün. İnsanlar kendilerinin ve çevresindekilerin maddi ve manevi eksikliklerini kendi sosyal halkaları içerisinde doyurmak ve birlik göstermek zorundadır; çünkü onları bu iki açıdan da sürekli kollayan bir şer’i sistem bulunmamaktadır. Bunun yanısıra tasavvufî teslimiyetin önünü açan bu refah seviyesine birtakım yerlerde ulaşılsa bile, dünyanın aldığı bu yeni şekilde insanlar apayrı beldelerde apayrı ihtiyaçlara sahip olanlardan da her daim haberdar olabilmektedir. Bütün bu devamlı yoksunluk ve yoksulluk hali, birey olarak müslümanı, kemâle erme yolculuğunda diğer sorumluluklar altına da sokar. Belki de bu sorumlulukların tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar artmış olması günümüz müslümanının hayatında Attar’ın menkîbelerindeki bir mürid, bir şeyh, bir aşık olacak şekilde tasavvufa yer ayrılamamasının temel sebeplerindendir.
Yirmi birinci yüzyıl müslümanının hayatında tasavvufa geniş bir yer bulunmamasının, onun Attar’ın aşıklarından biri olamamasının sebebi sosyal yaşantının aldığı haldir.”
Modern insan için tasavvuftan uzak kalmanın Mantıku’t-Tayr üzerinden çizilecek bir diğer sebebi ise fikir dünyasındaki nedensellik ve sorgulama dalgasının tasavvufu da etkilemesidir. Yaklaşık dokuz asırdır okunagelmiş bu eserin içindeki mazmunlar, alimlerce eleştirilip yorumlansa da hiç bugünkü kadar şerhe ihtiyaç duymuş mudur? Bugünün “neden“ sorusuyla güçlenen dimağlarının, eser içindeki hikayelerin her birinde durup detayları mantık çerçevesi içerisine dahil etmeye çabalaması kaçınılmazdır. Nitekim bu tavır bir dezavantaj olarak anlaşılmak mecburiyetinde de değildir; ama bu sorgulama kıskacının, bireyler ve tasavvuf arasına belirli bir engel koyduğu aşikardır. Geçmişte okunup hakikat zerreleri bulunan ve bu yönünden dolayı alaka gösterilen bu hikayeler günümüz insanının pek kolay sevdalanacağı içerikler olmasa gerektir. Genç bir güzele aşık olup bu yolda İslam’ı ve küfrü kaybeden, ikisini bir gören bir şeyh imgesel anlamda yaratıcıya yakınlaşmayı temsil ediyor olabilir; yine de şeriatı mantık doğasıyla okumaya görece daha yatkın olan modern zaman müslümanı için bu imgeleme, dokuz yüzyıl boyunca olduğu kadar etkili olmayacaktır.
Bugünün “neden“ sorusuyla güçlenen dimağlarının, eser içindeki hikayelerin her birinde durup detayları mantık çerçevesi içerisine dahil etmeye çabalaması kaçınılmazdır.”
Yaklaşık beş bin beyitten oluşan bu eserin son sayfalarında “Şiir söylemek, eli boş olmanın delilidir” diyerek yaptığı işin, kemâle erme yolculuğunda bir hiçten ibaret olduğunu ima eden Attar, yine de bu eseriyle tarih boyu tasavvuf aleminde mühim bir yol gösterici olmuştur. Birçok düşünürün iltifatına mazhar olan bu eser muhakkak ki günümüzde de fazlaca ilgi görmeyi sürdürmekte. Yine de bugünün okuyucusunun, eserden umduğu ilk faydanın tasavvufi bir rehberlik olmadığını söylemek de tamamıyla hatalı olmayacaktır.
Leave a Reply