Aki Kaurismaki, alt sınıftaki yoksulların, mültecilerin ve azınlıkların günlük olarak karşı karşıya kaldıkları sorunlara duyarlı bir sanatçıdır. Mültecileri sefil insanlar olarak göstermekten kaçınır ve onları güçlü insanlar olarak temsil etmeyi tercih eder. Yönetmenin basit ve absürt bir hikaye anlatma anlayışı vardır. Kaurismaki kendine özgü üslubuyla dünya sinemasının en tanınan ve beğenilen yönetmenlerinden biri olmayı başarmıştır.
İskandinav sinemasının özgün yönetmeni olarak bilinen Aki Kairusmaki, 1957’de Finlandiya’da doğdu. Sinema okulundan reddedildikten sonra gazetecilik eğitimine başladı ve o zamanlar kardeşi Maki Kaurismaki’nin filmlerinde oyuncu ve senarist olarak görev aldı. Aki Kaurismaki, yönetmenlik kariyerine 1981 yılında çektiği belgesel filmle başladı. Calamari Union (1985) filmiyle Finlandiya’da yerel bir yönetmen olmaktan sıyrılıp küresel bir başarıya imza attı. Filmografisi çoğunlukla üçlemelerden oluşmaktadır. Toplumun alt kesimlerinin ve işçi sınıfının hayatına ışık tutan filmleri, naif ve yalın bir anlatıma sahip. Filmografisi boyunca, alt sınıfların karşılaştığı günlük zorluklarla ilgilenmiştir. Aki Kaurismaki’nin kendisinin de belirttiği gibi: “Orta sınıfın ailevi sorunları hakkında filmler yapmakla kesinlikle ilgilenmiyorum. Orta sınıf yaşam beni ilgilendirmiyor. Kaybedenler ilgilendiriyor, çünkü ben de orta sınıftan bir kaybedenim, 1970’lerde birkaç yılımı ben de aç ve evsiz geçirdim.
Cannes Film Festivali’nde Aki Kaurismaki, “Avrupa’nın en büyük sorunlarından biri mülteci krizidir.” dedi. Finli yönetmen, göçmenlerin durumuna yeni bir bakış açısıyla mülteci krizini ekranlara taşımayı başarıyor. Mültecileri ele aldığı Liman Kenti Üçlemesinin ilk filmi Le Havre. Le Havre filminde Kaurismaki, mülteci hayatına ve hayatın kendisiyle ilgili birçok şeye odaklanıyor. Kısaca anlatmak gerekirse, filmin de adını aldığı, Fransa’nın Le Havre kentinde yaşayan Marcel ve karısı, hayata tutunmaya çalışan bir çifttir. Marcel, geçimini ayakkabı boyacılığı ile sağlamaktadır ve bir gün ülkeye bir kargo gemisiyle yasadışı yollardan gelen Idrissa adlı bir mülteci çocuğa rastlar. Bu sırada polis, Idrissa’nın peşindedir. Marcel’in karısı bilinmeyen bir hastalıktan hastaneye kaldırılır. Karısı hasta olan Marcel zor zamanlar geçirmektedir ve bir de polisten saklamaya çalıştığı bir çocuk vardır. Esasında film, bizi düşük gelirli mutlu insanların sıcak atmosferine davet ediyor. Aynı zamanda, üçlemenin içeriğine bağlı olarak, izleyicinin mülteci hayatının zorluklarını görmesi de mümkün. Üçlemenin ikinci filmi olan The Other Side of Hope (Umudun Öteki Yüzü) filminde mülteci krizi daha da belirgin. Suriye’deki savaştan kaçan Halid, kendisini Finlandiya’da bulur ve eskisinden daha iyi bir yaşam sürmek için mücadele eder. Ayrıca kayıp kız kardeşini de aramaktadır. Sürekli kaybeden olarak karşımıza çıkan Halid, zaman içerisinde kendisi gibi insanların yardımıyla hem hayatına kısmen çeki düzen verecek hem de kız kardeşini bulacaktır.
Cannes Film Festivali’nde Aki Kaurismaki, “Avrupa’nın en büyük sorunlarından biri mülteci krizidir.” dedi.”
Neredeyse her mülteci temalı filmde açlık, gözyaşı ve genel olarak bu insanların ne kadar mutsuz olduğunu görüyoruz. Ancak Aki Kaurismaki, mülteci yaşamına yepyeni bir bakış açısı getiriyor ve hikayelerini anlatmanın benzersiz bir yolunu buluyor. Seyirciyi çarpıcı sahneler ve dramatik diyaloglarla heyecanlandırmak yerine, anlatı için kendi dokunuşunu ve absürtlüğünü kullanıyor. Kaurismaki filmlerinde vurulan çocukları, binaları görmüyoruz. Bazen diyalog ekleme ihtiyacı bile hissetmeyen yönetmen bunun yerine bakışlar ve kısa sessizliklerle duyguları yansıtmayı tercih ediyor. Örneğin, Marcel’in yemek yerken Idrissa ile ilk karşılaştığı sahnede, Idrissa iskelenin altındaydı ve açlıktan ölüyordu ama “Yardım et, açım” gibi şeyler söylemedi. Ona bir bakış attı ve bu bakış, tüm bu sözlerin yapabileceğini ifade etmeye yetiyordu. Halid’in hikayesi için de aynı şey geçerli. Halid madenden başını ilk çıkardığında, gözlerindeki bakış bize ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu göstermeye yetiyordu.
Toplumun farklı olana yaklaşımı ve Avrupa toplumunda büyüyen ırkçılık sorunu, bu iki film boyunca tartışılan konular arasında yer alıyor. Dahası, mülteciler ve toplumun yabancı düşmanlığı filmlerde açıkça ortaya çıkıyor. Örneğin, Le Havre’de küçük bir çocuğun polis baskınından kaçabildiğine dair haberlerin yayılmasının ardından gazeteler “O bir terörist mi, El Kaide ile mi bağlantılı?” gibi manşetler yazmaya başlar. Daha iyi bir hayat arayışıyla, ailesiyle beraber Le Havre’ye göç eden masum çocuk Idrissa, medyanın ayrımcılığına maruz kalmıştır. Umudun Öteki Yüzü’nde ise sokak gangsterlerinin Halid’i bıçakladığı ve “Geber seni Yahudi çocuk!” dedikleri sahne ırkçılık meselesini açıkça ortaya koyar. Halid büyük ihtimalle Müslüman olmasına rağmen anti-semitizme maruz kalır ve bu sahne ırkçılığın ve ayrımcılığın ne kadar çelişkili olduğunu gösterir.
Umudun Öteki Yüzü filminden bir diğer olağanüstü sahne ise Fin polisinin teftiş için restorana geldiği sahnedir. Çalışma izni olmayan Halid saklanmak zorunda kalır. Tuvalete girer ve sonra köpek ona katılır. Bu sahne, bazı hoşgörüsüz Avrupalıların gözünde mülteci ve bir köpeğin aynı değerde olduğunu gösterir. Tüm bunların yanında göçmenler Kaurismaki filmlerinde sefil insanlar olarak tasvir edilmez. Başları dik ve güçlülerdir. Idrissa, babası öğretmen olan nazik ve eğitimli bir çocuktur. The Other Side of Hope’da Khalid, eski püskü kıyafetler yerine her zaman ütülü gömlek giyen keskin bir adamdır. Şehre vardığında yaptığı ilk şey temizlenip giysilerini değiştirmek ve saçlarını taramak olur. Kız kardeşiyle bir araya geldiğinde onu bir restorana götürür ve daha çok süslü ve lüks hayatla ilişkilendirdiğimiz bir içecek olan kırmızı şarap içerler.
Kaurismaki filmlerinde vurulan çocukları, binaları görmüyoruz. Bazen diyalog ekleme ihtiyacı bile hissetmeyen yönetmen bunun yerine bakışlar ve kısa sessizliklerle duyguları yansıtmayı tercih ediyor.”
Alt sınıftaki insanlar arasındaki dayanışma, Kaurismaki filmlerinin dikkat çekici bir başka parçasıdır. Kendisinin belirttiği gibi, kendisini bu insanlardan biri olarak görür ve çoğunlukla onların hikayelerini anlatmakla ilgilenir. Filmlerinde fakir ve baskı altındaki insanlar arasında süregelen bir işbirliği vardır. Le Havre’de, bölge halkı Idrissa’yı duyunca Marcel’e yardım etmeye başlamışlardır. Önceden onu küçümseyen komşuları, çocuğu sınır dışı etmeyi amaçlayan meraklı Müfettiş Monet’den korumaktan da geri durmazlar. Hepsi Idrissa’yı annesine gönderebilmek için para bulmaya çalışan Marcel’e yardım etmek için bir araya gelirler. Umudun Öteki Yüzü’nde Khalid, kendisine yardım etmeye hazır olan iyi kalpli insanlarla karşılaşır ve tüm bu insanlar Khalid gibi alt sınıf insanlardır. Yüzüne yumruk attığı restoran sahibi ona bir iş ve barınak verir. Tam da bu noktada, Kaurismaki’nin anlatı tarzındaki peri masalı iyimserliği gün ışığına çıkar. Film boyunca karakterlerin başı üzerinde serüvenlerinde yardımcı olacak ilahi bir el varmış gibi şeyler olur. İhtiyaç duydukları her şey hemen sağlanır. Örneğin Idrissa, Le Havre’den kaçmak için bir tekneye ihtiyaç duyduğunda, Marcel oldukça kolay bir şekilde tekneyi buluverir. Umudun Öteki Yüzü’nde de Khalid’in kız kardeşi Maryam mucizevi bir şekilde bulunmuştur.
Leave a Reply