Hikayesi Yemen’e kadar uzanan kahve, Osmanlı’ya geldiğinde toplumsal ve kültürel bir değişimin öncüsü olmuştur. Kahvehanelerde toplumun her kesiminden insanları bir araya getirirken aynı zamanda dönemin elitleri tarafından da eleştirilmiştir.
Kahvenin İstanbul’a uzanan yolculuğu, 15. yüzyıl ortalarında Yemenli sufilerin geceleri zikirlerinde zihinlerini açmak için kullandıkları kahveyi öğütüp bir içecek olarak tüketmeleri ile başlamıştır. Sonrasında bu koyu ve kokulu içecek Kahire, Şam gibi erken modern dönemin büyük ve canlı şehirlerinde yayılmış, 16. yüzyılın ortalarında da artık İstanbul’un birçok noktasında “kahvehaneler” aracılığı ile topluma karışmıştır. Zamanla işlevi sadece kahve tüketilen yerler olmaktan çıkmış, aynı zamanda farklı performans sanatlarının gösterildiği, politik sohbetlerin yapıldığı ve toplumun her kesiminden insanın birbirleri ile iletişime geçtiği bir eğlence ve vakit geçirme mekanları haline gelmiştir. Bu durum devletin de dikkatini çekmiş, zamanın elitleri tarafından zaman zaman eleştirilmiş olsa da 19. yüzyıla doğru yaklaşırken kahvehaneler İstanbul’un her mahallesine, her sokağına çoktan yayılmıştır.
İbrahim Peçevi’ye göre kahve, 1554 yılında Halep’ten Hakem adlı bir esnaf ile Şam’dan Şems isimli tüccarın Tahtakale’de beraber bir kahve dükkanı açması ile İstanbul’a gelmiştir. Geldiği dönem itibariyle kahvehaneler halk tarafından oldukça yüksek oranda rağbet görmüş olacak ki yüzyılın sonuna yaklaşıldığında İstanbul’daki kahvehane sayısı altıyüzleri bulmuş; 19. yüzyıla gelindiğinde ise sayı iki bin beş yüz civarına erişmiştir. Kamusal anlamda insanların toplanma ve sohbet etme mekanları olarak kahvehanelerin sayıları günden güne artmış ve bu şekilde Osmanlı’da ciddi bir toplumsal dönüşümü de berberinde getirmişlerdir.
Geldiği dönem itibariyle kahvehaneler halk tarafından oldukça yüksek oranda rağbet görmüş olacak ki yüzyılın sonuna yaklaşıldığında İstanbul’daki kahvehane sayısı altı yüzleri bulmuş; 19. yüzyıla gelindiğinde ise sayı iki bin beş yüz civarına erişmiştir.”
Kahve, içindeki kafeinin etkisiyle zihni açan, insanı uzun süre ayakta tutan ve enerji veren bir içecek olmasıyla bireysel açıdan insanın biyolojik saatini ve toplumsal düzeyde sosyal saatleri esneten, gündüz verimliliğini geceye de taşıyan bir içecektir. İşte bu noktada erken modern Osmanlı toplumunda ve İstanbul’un toplumsal yaşam saatlerinde alışılageldik düzeni bozmuştur. Dönem şartları itibariyle kahvehanelerde sadece toplumun erkek kesimi artık sadece gündüzleri değil, akşamları güneş battıktan sonra bazen sabahlara kadar hoş vakit geçirip eğlenmişlerdir. Bu eğlencelere bazen yapılan “devlet sohbetleri”, bazen gölge oyunları, meddahlar, orta oyunları, satranç ve tavla gibi oyunlar eşlik etmiştir. Bunların yanında hikaye anlatıcıları, şiir okuyanlar da sözlü edebiyat geleneğinin devamı olarak bu mekanlarda yer almışlardır. Kahvehanelerde yapılan bu etkinliklere de toplumun farklı kesimlerinden, farklı kültürlerinden insanlar hep birlikte eşlik etmiştir. İnsanlar cüzi bir ücret karşılığı bir kahve ve eğlence satın alabildiklerinin farkına varmıştır. Artık gündüz eğlencelerine gecenin dahi engel olmaması, toplumun bir araya gelmesi ve birbirleri ile fikir alışverişinde bulunmaları sosyal düzeyde toplumun değişiminin ve yeni bir kent toplumunun ortaya çıkmasının sinyallerini vermiştir.
Dönemin Osmanlı müellifi Mustafa Ali bu durumu oldukça endişe verici bir vaziyet olarak kayıtlara geçirmiştir. Mustafa Ali’nin yazdıklarına göre halk kesiminden sıradan insanlar, şehir oğlanları ve askerler oralarda hiçbir sebep olmadan vakitlerini boşa harcamış ve dedikodu yaparak zamanlarını israf etmişlerdir, birbirlerine kahve ısmarlayıp başkalarını etkilemeye çalışmışlardır. Toplumsal etkileşimin artması ve farklı sınıflardan insanların bir arada bulunmasıyla farklı fikirleri bir araya getiren kahvehaneler bu tutumuyla dönemin elitleri tarafından hiç hoş karşılanmamıştır. Hatta bu durum siyasi iktidarın da dikkatini çekmiş ve zaman zaman yasaklamalar getirilmiştir; hatta 1623-1640 yıllarında IV. Murat döneminde toptan bütün kahvehanelerin kapatılması yoluna gidilmiştir.
Toplumsal etkileşimin artması ve farklı sınıflardan insanların bir arada bulunmasıyla farklı fikirleri bir araya getiren kahvehaneler bu tutumuyla dönemin elitleri tarafından hiç hoş karşılanmamıştır.”
Tüm bunların yanında kahvehanelerin “kıraathane”, yani okuma mekanları olarak da kullanıldığı da Tanzimat sonrası dönemlerde kayıtlara geçmiştir. Kahvehaneler, bu şekilde sözlü kültürü devam ettiren yapısının yanında entelektüel faaliyetlerin de gerçekleştirildiği bir mekan olarak karşımıza çıkar. Peçevi’nin kayıtlarına göre daha çok toplumun aydın kesiminden insanların tercihi olan bu mekanlarda bazen yirmi, bazen otuz kişilik gruplarla okumalar yapılır, kimileri yazdıkları yeni şiirleri getirir ve burada sanat üzerine mülahazalar yaparlardı. Kıraathanelerin müdavimleri için de okuma salonlarında çeşitli dergiler, gazeteler ve kitaplar bulunurdu. Nitekim kitapların basılması başlanmış olsa da toplumun büyük kesimi tarafından hala ulaşılamaz noktadaydı, dolayısıyla kıraathaneler basılan eserlerin halkın belli bir tabakasına ulaştırılmasında bir vasıta görevi görüyordu.
Sonuç itibariyle kahvehaneler, erken modern dönem İstanbul’unda statüsü fark etmeksizin farklı kesimlerden insanları bir araya getirmesi ve kamusal alanda bir eğlence ortamı yaratarak insanların keyifli vakit geçirmesini sağlayan mekanlar olmuşlardır. Aynı zamanda kahvehanelerde servis edilen kahveyle, gece-gündüz düzenini değiştirebilecek etkilere sahip bir içecekle ilk defa tanışmış olan halk üzerinde toplumsal düzeyde bir değişim ve eğlence kültürünün ana merkezi olmuştur. Bu değişim iktidar çevresinde her zaman hoş karşılanmamış, hatta engellenme girişimlerine maruz kalmış olsa da zamanla kahvehaneler İstanbul’un her yerinde kurulmuş ve adeta İstanbul koca bir kahvehaneye dönüşmüştür. Günümüzde de durum bundan farklı değildir, İstanbulluların serbest zamanlarında insanlarla sosyalleştikleri ve hoş vakit geçirdiği mekanlar kahvehanelerden cafélere evrilmiştir. Çeşitlilik açısından içerisinde servis edilen içeceklerin artık çok daha geniş bir yelpazede sunulduğu bu kafeler, İstanbulluların dışarıda vakit geçirme, insanlarla görüşme ve sosyalleşme ihtiyacını karşılayan ve ucu 15. yüzyıla kadar uzanan bir eğlence ve hoş vakit geçirme kültürünün ürünüdür.
Leave a Reply