İşe Yarar Bir Şey

Yol ve yolculuk figürleri gerek Türk sinemasında gerekse dünya sinemasında çok sık kullanılagelmiştir. Ancak Pelin Esmer, İşe Yarar Bir Şey ile onca film arasında kendine ait özel bir alan açarak Leyla ile Canan yol arkadaşlıklarını ele alıyor.

Kırmızı, mavi, yeşil, turuncu. Ben turuncuyum ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değil.”


Yol ve yolculuk figürleri gerek Türk sinemasında gerekse dünya sinemasında çok sık kullanılagelmiştir. Ancak Pelin Esmer, İşe Yarar Bir Şey ile onca film arasında kendine ait özel bir alan açtı diyebiliriz. Bir tren istasyonunda başlayan film, şair olan orta yaşlı avukat Leyla ile henüz hayatının başında olan ve oyuncu olmak isteyen genç hemşire Canan arasında doğal seyirde gelişen yol arkadaşlığına ve beraberinde yaşanan ortak hikayelerine odaklanıyor.

Film başından itibaren çerçeve, pencere gibi nesneleri güçlü imgelere dönüştürerek dışarıdan bakmak ve bakılmak üzerine güzel sinyaller yakıyor. Sınırları çizili dünyalara uzaktan bakan karakterler ve onların hayatlarına bir ekrandan bakan seyirci arasındaki benzerliğin bu nesnelerle anlatılması sinema dili açısından dikkat çeken detaylardan.

Filmden kısaca bahsetmek gerekirse tren istasyonunda kızı Canan’ı bir iş görüşmesine uğurlayan baba, Leyla’ya rastlar ve kızını ona emanet eder. Trende yolları yemekli vagonda tekrardan kesişen kahramanlarımız, bir sofranın etrafında hikayelerini paylaşmaya başlarlar. Çok geçmeden Leyla, Canan’ın aslında iş görüşmesinden başka bir amaçla bu yolculuğa çıktığını anlar. Canan, beraber çalıştığı doktor Hüseyin Abisinin bir isteği üzerine bu yolculuğa çıkmıştır. Hüseyin’in bir kazadan sonra felç geçiren arkadaşı Yavuz, kendini öldürmeyi başaramadığı için Hüseyin’den bunu rica eder; Hüseyin de Canan’dan. Hayalleri için paraya ihtiyacı olan Canan ise yol boyunca bu kararın duygusal yükü altında ezilir; bir karar vermeye çalışır. Didaktik bir yardımdan ziyade duygusal bir dayanışma ile Canan’ın yanında duran Leyla ise 25 yıl sonra ilk defa katılacağı lise mezuniyet buluşması için çıktığı yolda geçmişini, arkadaşlarını, Canan’ın hikayesini, ölümü bekleyen Yavuz’u düşünür ve aklından hikayeler yazar. Leylanın düşüncelerle dolu zihni, senaryoyla olduğu kadar tren camından yansıyan görüntülerle de çok başarılı bir şekilde anlatılmıştır. Film, Leyla’nın kritik anlarından oluşan sahnelerde, cama bakan Leyla’nın yüzünden hızla geçen görüntüleri ile karakterin içinde bulunduğu karmaşık ruh halini çok başarılı bir şekilde seyirciye yansıtıyor.

Varılan şehirde Leyla, Canan’a eşlik etmekte ısrar eder ve Yavuz’un evine beraber giderler. Kader bu ya, ölümün kıyısında gezinen bu felçli adam, şair Leyla Hanım’ın en sıkı okuyucularından çıkar. Yavuz az sonra ölüme gitmeyecek, çelişkileri artık bize bırakmayacakmış gibi Leyla’yla hayat, edebiyat ve şiir üzerine konuşmalar yapar.

Ölümü kabullenmiş olmanın verdiği eminlik ilk başta Yavuz’un gözlerinde saklıdır ama sarı çiçeği bir daha görememe farkındalığıyla beraber kararını gözden geçirmek durumunda kalır. Leyla ise her gün “yarın tekrar gelelim mi?” diye sormaya, işe yarar bir şey yapmaya hazırdır. Yavuz’un sonunda ne karara vardığı ise filmde gösterilmez. Zaten bunun çok da bir önemi yoktur.

“Beni bir fotoğraftan çağırdılar. Vardığımda hüzünlü genç bir kadındım.”

Leyla’nın gözünden bir yol hikayesi izlerken bir şairin zihinsel pratiklerine de şahit oluruz. Aynı dünyaya farklı gözlerle baktıktan sonra hala aynı dünyaya mı bakar oluruz? Aynı yolu giden iki yolcunun farklı geçmişleri, karakterleri ve aidiyetleri ikisini ayrı yerlere mi vardırır? Hal böyle olunca, dünya bizim bakışımızdan mı ibarettir diye düşünmeden edemeyiz.

Film, seyircisine birçok kültürel referans vermektedir. Gülten Akın’dan, Cortazar’a, İlhami Çiçek’ten Haneke’ye kadar birçok tanıdık isimle karşılaşılır. Filmin edebi yönünün bu kadar kuvvetli olmasının arkasında Pelin Esmer’in senaryoda beraber çalıştığı yazar Barış Bıçakçı’nın rolü büyük olsa gerek. Yönetmenin göndermelerinin hepsi bilinçli miydi yoksa çağrışımlar mı bizi oraya götürdü bilinmez ama film, sürekli bir tanıdığa rastlamış hissi vermesi sebebiyle de her izleyiciyle tekrardan özelleşir, öznelleşir.

“Yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar, bu yüzden yıkıntıya dönse de yaşıyormuş insan ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim biraz da kekik toplayalım. Kıymetini bilmediğimiz şeyler var.”

Şiirlerle bu kadar iç içe geçen bu filmde, yazınsal inceliğin ötesinde çok zarif çekimler ve oyunculuklar da göze çarpmaktadır. Filmin şiire bu kadar yakınlaşması Pelin Esmer’e sorulduğunda ise bir röportajında: “Şiirin başıbozuk haline, yan yana gelmez kelimeleri yan yana getirme özgürlüğüne, anlamasan da olur sen hissettiğine bak tavrına özenip bu filme kalkıştım biraz da. Şiir yazamıyorum, bari filmi şiire benzetelim dedim. Şiirin üzerimizde bıraktığı o tanımlaması zor etkiyi sinemadan çıkan insanın üzerinde deneme arzusu biraz.” diye cevap vermiştir.

Film sırasında muhtelif yerlerde gözümüze çarpan karga imgesini en son Yavuz’un evinde görürüz. “Güvenli hissetmedikleri yerde durmazlar” diye bahsettiği kuşlar aklımıza birbirine dayanabilme cesareti gösteren kadınları getirir. Canan’ın Leyla’ya güvenmesiyle gelişen hikayedeki bu kuş imgesi, hem bağımsızlaşmanın hem de bağ kurmanın önemini zarif bir şekilde hatırlatır.

Güvenli hissetmedikleri yerde durmazlar’ diye bahsettiği kuşlar aklımıza birbirine dayanabilme cesareti gösteren kadınları getirir.”

Toparlayacak olursak oluşturulan derinlikli karakterler, başarılı oyunculuklar ve akıcı senaryosuyla İşe Yarar Bir Şey; her hatırlandığında gülümseten bir anı gibi akıllarda yer ediyor. Yaşamın ve ölümün anlamlarına kafa yoran, işe yarar bir şey yapma iddiasına sahip olan derinlikli bir kadın karakteri izlemek ise çok özel bir deneyim.

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.