İnsan, mağaralarda yaşarken bile hayal gücünü ve sezgilerini kullanarak, en basit ve temel malzemeler ile estetik bir kaygı ile sanatı icra etmiştir. İnsanın en esaslı ihtiyaç ve ayrıcalığı olan sanatın, din ile ilişkisi son derece olağandır.
Arapça “ṣan‘a” (ﺻﻨﻊ) fiilinin bir türevi olan sanat kabaca estetik kaygısı güderek eldeki malzemeden daha önce düşünülmemiş bir kompozisyon ortaya koymak şeklinde tanımlanabilir. Bu bilinenden bilinmeyene bir yolculuktur ve özne yoğun duygular deneyimler. Sanatçı bireysel tecrübesi neticesinde edindiği bilgiyi çeşitli formlarda gün ışığına çıkarır, ancak bu ürün süzülmüş ve saklanmıştır. Onu okuyanda, onu izleyende, onu dinleyende yepyeni bir manaya kavuşacak ve yıllar geçtikçe tazelenecektir.
İnsan, Adem’den bu yana yeryüzüne çeşitli yollarla imzasını attı; sanat bunların en yücesi. Bir mağara duvarında milyonlarca yıl önce solunmuş bir nefes, dökülmüş bir gözyaşı bugün hala bize bir şeyler anımsatıyor, rengarenk cümleler kurdurabiliyor; çünkü sanat hep tek bir şeyden haber veriyor. Sanat eserinin vukua gelmesi adına sanatçının sıradışı bir duygu yoğunluğu yaşadığına değindik. Muhakkak ki din, diğer bir ifadeyle dinin cevap verdiği sorular, sanatçıda içsel değişim ve oluşum sürecinin bu aşamasını besleyen başlıca kaynaktır. Bu bağlamda düşünüldüğünde din-sanat arasında kuvvetli ve karşılıklı bir ilişkiden söz etmek mümkündür. Hemen tüm tapınak ve dini mekanlarda inanç ögelerinin ışığında geliştirilmiş resim, yazı, heykel gibi ürünlerin bulunması da bunu destekler niteliktedir. Yaratıcı ve yaratılan arasındaki bağ özeldir, güzeldir. Bu sebepledir ki yerleşik yaşamın ilk örneklerinden itibaren mabetler merkezi konumdadırlar. İnsan elinin en gösterişli sanatsal darbelerine olabildiğince mütevazı biçimleriyle ibadet mekanlarında rastlanır.
İnsan, Adem’den bu yana yeryüzüne çeşitli yollarla imzasını attı; sanat bunların en yücesi.”
İslam kültürü, tüm dinlerde olduğu gibi ulaştığı coğrafyalarda yerel kültürlerle etkileşim halinde bulunmuş, bu toprakların sanatsal birikimini öğretileri çevresinde şekillendirmiş ve sanatın mahiyetine dair yeni yaklaşımlar sunmuştur. “Allah güzeldir, güzeli sever.” (Müslim, Sahih, İman 1/93) hadis-i şerifi en güzel olana güzeli sunma, en güzel olandan bir cüz paylaşma güdüleriyle Müslümanın güzeli arayışını motive etmiştir. İslam medeniyetinde ortaya çıkan ya da Kur’anî dokunuşla yeni hüviyete bürünen tüm sanat dalları bu hadisin özüyle yoğrulmuştur. Şüphesiz İslam, sanatta yeni oluşum ve reformları desteklediği gibi, musiki, heykelcilik ve resim gibi alanlara da birtakım kısıtlamalar getirmiştir. Örneğin putlara tapma geleneğinin önüne geçmek adına üç boyutlu çizim ve yapılar yasaklanmıştır; elbette iki boyutlu çizimleriyle öne çıkan minyatürün Osmanlı Devleti’nde oldukça rağbet edilen bir alan olmasının sebebi de budur. İslamiyet’in koyduğu bu sınırları üstünkörü genellemeler yaparak değerlendirmek bizi yanlış yargılara yönlendirir.
Leave a Reply