Doğan Kuban’la Anadolu Şehirlerinin İhyası

Mimarlık tarihi alanına çok değerli katkılar sunmuş bir mimar ve araştırmacı olan Doğan Kuban, Anadolu mimarisini tarihi gelişimi içerisinde inceleyerek önemli tespitlerde bulunmuştur. Anadolu şehirlerinin ortaya çıkışını, karakteristik özelliklerini Doğan Kuban’ın kaleminden takip etmek Anadolu şehirlerine dair fikirlerimizi genişletmeye imkan tanıyacaktır.

Anadolu topraklarının asırlardır biriktirdiği değerleri şehirlerin mimarisinde, sosyal yaşantısında ve tarihinde aramak dikkate değer bir araştırma konusudur. Anadolu’nun çeşitlenen mimarisi ile erişilen benzersiz şehir anlayışları Doğan Kuban tarafından ustalıkla yorumlanmıştır. Mimarlık eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde alan Doğan Kuban, daha çok mimarlık tarihi, tarihi eserler ve onların korunması hakkında eserler vermiştir. Onun Anadolu kentleri için yaptığı mühim araştırmalar ve tespitler bizlerde bilinç uyandırarak daha korumacı ve çevreci bir yaklaşım kazandırabilir. Artık Anadolu şehirleri için korumacılık adına çok geç kalınmış olunsa da, Doğan Kuban ile onun zihnindeki Anadolu şehirlerinin ihyasının izlerini sürmek şehircilik geçmişimizi ve gelişimimizi anlamamız noktasında bizlere yardımcı olabilir.

 Türkler Anadolu’ya kadar geldiklerinde göçer bir hayat tarzı sürdüklerinden ve şehirleşmeyi büyük oranda Anadolu’da gerçekleştirdiklerinden dolayı yaşadıkları coğrafyaların mimarisinden oldukça etkilenmişlerdir. Doğan Kuban ilk olarak İslam şehirlerinin fonksiyonel yönüne dikkat kesilir. İslam şehirlerinin geometriden uzak, daha organik biçimde gelişimi ile birlikte fiziki bir düzensizliğin hakimiyeti vardır. Cuma camilerinin ve pazar yerlerinin bulunması hayati niteliklerden sayılırken, politik bilinçsizlik ve kendini yönetme noksanlığı da fiziki düzensizliği desteklemiştir. Diğer taraftan Doğan Kuban, Türkistan ve İran şehirlerinin de fonksiyonel bakımdan Anadolu kentlerini etkilediğini yazar. Türkistan ve İran mimarisindeki şehirlerin üçlü yerleşim yapısı Doğan Kuban tarafından zikredilerek Anadolu Türk şehirciliğine tesir etmiş olabileceğini söyler. Bu üçlü yerleşim yapısında Aristokratların ve zanaatkârların yaşadığı Şahristan (baş şehir); sarayın olduğu idari bölge olan içkale; ticari faaliyetlerin yürütüldüğü Rabad ile birlikte üç ana eleman yer alır.

Milattan sonra 7. yüzyıldan itibaren antik kent niteliklerini önemli ölçüde yitiren Anadolu şehirleri, Arap istilaları ile Doğu Roma tesirinden uzaklaşmaya başlamıştır. Özellikle Anadolu’nun iç ve doğu bölgelerinde daha da hissedilen bu kopuş süreci, buralardaki şehirlerin Kuban’ın deyişiyle adeta “köye benzer bir yapı düzenine” dönüşmesine neden olmuştur. Bu yüzden, Anadolu kentleşmesindeki düzensizliğin Bizans döneminde başladığının altını çizmek gerekir. 12. yüzyılda tamamen kaderlerine terk edilen Anadolu şehirleri, Türklerin Anadolu’ya girmesiyle birlikte başka bir şehir yaşamına kucak açmış olur. Ancak bu şehirlerdeki mimarinin, toplumsal yaşantının ve işleyişin belirli ölçülerde aynen sürdürüldüğü de Doğan Kuban tarafından dile getirilir.

Anadolu kentleşmesindeki düzensizliğin Bizans döneminde başladığının altını çizmek gerekir. 12. yüzyılda tamamen kaderlerine terk edilen Anadolu şehirleri, Türklerin Anadolu’ya girişiyle birlikte başka bir şehir yaşamına kucak açmış olur.”

 Doğan Kuban Türklerin Anadolu’daki şehirleşme ve yerleşme faaliyetleri ile ilgili yeterince bilgi sahibi olmadığımızı belirtmesinin yanı sıra, Cuma camilerinin ve hamamların kaçınılmaz olarak şehirlerde inşaa edildiğini yazar. Beyliklerin ve Selçukluların hakimiyeti altında ihya edilen Anadolu şehirleri; darüşşifalar, kümbetler, medreseler, camiler, hanlar ve saraylar gibi mimari yapıları bu dönemde bünyesine katmıştır. İslam şehirleşmesinin etkisiyle plansız ve doğal olarak gelişen şehirler kendilerine has bir anlayış oluşturur. Osmanlı idaresine değin külliyelerin Anadolu’da yaygın olmadığını da ele alan Kuban, ilk yıllarda gayrimüslimler ve Türkler arasında modus vivevdi (bir çeşit uzlaşmaya dayalı yaşam biçimi) olduğunu vurgulamıştır.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1264 tarihinde yaptırılan, Türklerin Anadolu’daki erken dönem ihya çalışmalarından da birisi olan İnce Minareli Medrese (Konya)

Doğan Kuban’ın Osmanlı yönetimi altındaki Anadolu şehirlerini tasvirine bakıldığında yine plansız gelişen, Roma-Bizans mimarisine göre daha organik büyüyen şehirler dikkati çeker. Zamanla kale dışına taşarak yayılan evler, Selçuklular ve beylikler dönemlerindeki değerini kaybeden kalelere işaret eder. Tokat Kalesi, Kastamonu Kalesi, Karahisar Kalesi, Ankara Kalesi bunlardan birkaçıdır. Mahalleler Müslümanlar ve gayrimüslimler için ayrı yerlerde konumlandırılarak apayrı yapılar inşaa edilmiştir. Çarşı ve Cuma camileri ekseriyetle bitişik yerlerde bulunarak meydana benzer bir fonksiyon görmüştür. Buna rağmen, Kuban Türk Anadolu şehirlerinin Avrupa gibi büyük ve geniş meydanlara sahip olmadığını sıkça dile getirir. Avrupa’nın kilise anlayışına yakın olarak ancak Ulu camilerin düşünülebileceğini söyler. Ona göre İslam şehirleşmesi ve Türk Anadolu şehirleşmesinde ihtişam ve anıtsallıktan ziyade, işlevsellik ön plana çıkarak buna münasip yapılar inşaa edilmiştir.

Bu durum evlerin mimarisinde de kendisine umumen yer bulur. Evlerin gösterişten uzak ve fonksiyonel olan inşası, evlere bakılarak sosyal statülerin anlaşılmasını da güçleştirmiştir. Evlerin avlularında göze çarpan ağaçların sokaklarda pek de karşımıza çıkmadığını görüyoruz. Doğan Kuban bunu şehirlerdeki yaşantının açık havada daha çok avluda yaşanmasına bağladığını dile getirir. Şehirleşmenin düzensiz olmasından kaynaklı olarak Anadolu Türk şehirlerinde çıkmaz sokaklara sık sık rast gelinir. Bunu “Evlerin yerleştirilmesinde de gözlenebilen ferdiyetçi bir tutum çıkmaz sokağı doğuran ana sebeptir.” sözleriyle dile getiren Kuban’ın Türk Müslüman kimliğindeki mahremiyet ve saygı mefhumlarına vurgu yaptığı açıktır. Konut mimarisindeki estetik zevk, ahşap veya taş işlemelerinde ve bazı kendine has detaylarda hayat bulmuştur. Kuzey Anadolu şehirlerindeki ince ve zarif kat çıkmaları buna iyi bir örnek teşkil eder.

Zarif çıkmaları ve pervazıyla bir Anadolu Türk evi ( Safranbolu )

Batı’ya benzer biçimde din adamları arasında herhangi bir hiyerarşinin olmaması, aristokrasinin gelişmemiş olması ve daha çok fonksiyonel bakış açısına sahip olunması gibi nedenlerden dolayı Türk Anadolu şehirlerinin muazzam yapıları bir arada bulundurduğu söylenemez. Doğan Kuban bunun altını çizdikten sonra Anadolu şehirleşmesinin plansız ve bilinçli idareden yoksun olmasına karşın, doğayla ahenk içinde bir anlayışın hakim olduğunu kaleme alır. Onun organik bir gelişim şeklinde nitelendirdiği bu doğal şehirleşme süreci görüntü ve çevre kirliliği yaratmayarak, eşsiz bir uyumu ortaya çıkarmıştır.

Batı’ya benzer biçimde din adamları arasında herhangi bir hiyerarşinin olmayışı, aristokrasinin gelişmemiş olması ve daha çok fonksiyonel bakış açısına sahip olunması gibi nedenlerden dolayı Türk Anadolu şehirlerinin muazzam yapıları bir arada bulundurduğu söylenemez.”

Anadolu kentlerinde yönetim kadıların, yani dini yasaların etrafında gerçekleşmiştir. Kuban imamın 19. yüzyılın sonlarına dek mahalle muhtarı vazifesi gördüğünü belirterek, camileri ve mescitleri yaptıranların ismiyle müsemma mahallelerin oluştuğunu da yazar. Subaşı şehri muhafaza etmekle yükümlü komutan olarak görev yaparken ihtisap ağası da ticari bakımdan şehrin idaresini yönetmiştir. Aristokrasi ile belediyecilik anlayışından azade bir şehirleşmenin olması, vakıf sisteminin bu ihtiyacı gidermesiyle telafi edilmiştir. Bu da Avrupa ve Türk şehirlerinin idaresindeki çarpıcı farklılığı açıkça yansıtır.

Sauvaget gibi bazı Batılı araştırmacılar, İslam ve Türk şehirleşme anlayışının var olan Roma şehirlerinin planını bozmaktan başka bir şey yapmadığını ve bunda İslam dininin merkezi rol oynadığını savunurlar. Doğan Kuban Sauvaget’in bu yaklaşımının önyargılara dayandığını, Anadolu şehirlerinin işlevsel biçimde organik olarak geliştiğini yazar. Aynı zamanda İslam inancının da en büyük etken olduğunu reddederek, inançların hiçbir zaman şehirleri oluşturan ana koşullar olmadığını duyarlılıkla dile getirir. Haussmann’ın Paris’indeki yahut Hellenistik-Roma şehirlerindeki organizasyon belediyecilik gibi bambaşka kodlarla yaşayan ve idare edilen bir anlayışın tezahürüdür. Türk Anadolu şehirlerinde ise evvelden de değinildiği üzere vakıfların öncülüğünde inşaa edilen daha ferdi bir anlayış sergilenmiştir.

Osmanlı dönemindeki bir Anadolu şehri olan Manisa’dan bir görünüm.

Anadolu şehirleri hakkında daha nice araştırmalar yapıp düşünceler üreten Doğan Kuban’ın bizleri davet ettiği bu anlamlı düşünce sahası çok kıymetli. Kendi zihninde bizleri çıkarmış olduğu Anadolu şehirlerinin ihyasına olan müthiş yolculuğun bizler için yabancı kalması büyük bir ihtimal. Günümüzde çoktan yitirmiş olduğumuz bu şehir anlayışı, Modernleşmeyle beraber köyden kente göçün ardından yaşanan dehşetli yıkımı hatırlatır. Doğan Kuban, Kula ve Bucak gibi küçük kentlerin yanında Safranbolu’yu özellikle işaret ederek halk bilincinin kurtardığı tek şehir olarak ele almıştır. Ünlü araştırmacı, Avrupa’daki şehirlerin tarihi evlerinde hala insanların yaşamasına rağmen, Türkiye’de Safranbolu dışında bu anlayışın olmadığını üzülerek kaleme alır. “Bu şehirlerde bulduğumuz biçim ve fonksiyon ilişkisi modern şehircilerin bugünün şehrinde bulamadıkları bir mükemmelliğe erişmişti.” diyerek yok edip kaybettiğimiz şehirlerimize olan hasretini dillendirir. Onun zihnindeki bu Anadolu şehirlerinin ihyası, en azından elimizdekilerin kıymetini bilmemiz için bizlere yol gösterici olabilir. Böylelikle bu bilinci sonuna kadar taşıyarak en azından gelecek nesillere başka kayıplar yaşatmayarak eksiksiz bir tarihi-kültürel miras bırakabiliriz.

Anadolu şehirleri hakkında daha nice araştırmalar yapıp düşünceler üreten Doğan Kuban’ın bizleri davet ettiği bu anlamlı düşünce sahası çokkıymetli.”

Kaynakça:

Kuban, D. (1968). Anadolu-Türk Şehri Tarihi Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri Üzerinde Bazı Gelişmeler. Vakıflar Dergisi, 7.

CUMHURİYET GAZETESİ

Leave your comment to Cancel Reply

Your email address will not be published.