Bisiklete binmeyi veya ip atlamayı nasıl öğrendiğinizi hatırlıyor musunuz? Doğduğumuz andan itibaren birçok şey öğreniyor, geliştiriyor yahut unutuyoruz. Ancak öğrenirken farketmediğimiz ve belki de yaşam boyu esiri olduğumuz bir şey var: Öğrenilmiş Çaresizlik
Öğrenilmiş çaresizliğe ışık tutan ve farkındalık yaratan deneyler psikoloji alanında etik tartışmalara mahal vermiş 1967 yılında Martin Seligman deneyi sonucunda psikoloji alanında anlam kazanmıştır. Peki nedir öğrenilmiş çaresizlik? Birden fazla kaynaktan gelen verileri kontrol etmekte güçlük çeken bireyler başarısız olması durumunda ağır depresyonlar yaşayabilir ve hayatındaki her problemin aşılmaz bir duvar olduğunu düşünebilir. Aslında olmaz dediği şeylerin kapıda beklediğini ve başarabileceğini kabul ettiğinde kırılmaz sandığımız zincirlerimiz kendiliğinden çözülüverir.
Eskisine nazaran daha az rastladığımız ve oldukça tepki çeken sirklerde filler bebeklikten itibaren yetiştirilir. Bebek fillerin kaçmaması için bir kazık çakılır ve iple ayaklarından bağlanırlar. Fil büyüse de fili aynı kazık ve aynı ip tutar ama fil kaçmaya çalışmaz bile. Çünkü fil bebekken o kazığın onun kaçmasına izin vermeyeceğini öğrenmiş ve büyüyünce de aynı şeylerin olacağına inanmıştır. Başka türlüsü onun için mümkün değildir. Başına gelenleri kabul eder ve kendisine yapması emredilen şeyi yapar. Üstelik bu üzücü muamele sadece filler için geçerli değildir. İnsanların da kendilerini ketlediği ve “yapamam” diyerek kazıklara bağladığı bir çok düşüncesi vardır. Başarabileceği bir işte bile önceden bu işi kimsenin yapamadığını duyması bile başarısız sonuç vermesi için öncü olabilir. Bir durumdan aldığı sonucu bütün yaşantısına genelleyerek aslında başarabileceği işi önce kendisi reddetmiştir. Yaşantısının erken dönemlerinde sürekli zorluklarla karşılaşmış birisi, çoktan yenildiğini kabul edebilir ve onun fikrince hayat ona hiçbir şekilde gülmez, gülse bile bu iyiliğin altında sebep arar.
İlk ve ortaokulda matematikte sorun yaşayan bir çocuk için matematik bitmiştir. Matematik zordur, aşılmaz ve anlaşılmazdır. Ya da yeni mezunlar için iş arama dönemi çok sancılı geçebilir. Söz gelimi, kişi mezun olur, büyük bir hevesle bir kaç hafta mülakatlara girer, kabul edilmez ve 2 hafta sonunda iş bulmaya dair ümitleri artık azalmıştır. Arkadaşlarıyla dışarı çıkmaktan, sinemaya, gezmeye gitmekten vazgeçer. Kendini odasına kapatır ve vakit depresyon vaktidir. Küçük bebek filden farkı yoktur. Kendini çaresizlik dünyasına hapseder. Bu çaresizlik algısını aşmak ancak duruma farkındalık geliştirdiğinde ve zincirlerini kırabildiğinde mümkündür.
Yaşlı Bakım Evlerinde Öğrenilmiş Çaresizlik
Bu çaresizlik sadece psikolojik olarak rahatsızlık vermez. Psikolojik rahatsızlıklar zamanla bedensel rahatsızlıklara da neden olur. Bunu yaşlı bakım evlerinde karşılaştığımız örneklerle açıklayabiliriz. Uzun ve tempolu çalışma döneminden sonra emekli olan ve kendilerine bakamayacak durumda olan insanlar çoğunlukla rahat edeceği düşüncesiyle bakım evine yerleştirilir. Langer ve Rodin’in 1976’da yaptığı çalışmada yönetimiyle anlaştıkları bir bakım evinde kalanlar iki gruba ayrılmıştır. Birinci grup programın ve oda dizaynının tamamen kişiye bırakıldığı ve kendi seçtiği bir bitkiye bakma sorumluluğu verildiği bir grupken, ikinci grup odaların sabit, bakımlarının hemşireler tarafından yapıldığı bir gruptur. Üstelik çiçeğini seçme ve bakma hakkı da sunulmamıştır yani yaşlı bireyin hiçbir şeyi düşünmesine veya sorumluluk üstlenmesine gerek yoktur. Bir süre sonra bakım evinde yapılan çalışmalarda birinci grubun ikinci gruptan daha uyumlu olduğu ölçülmüş ve bir yıl sonraki verilerde ise ölüm oranının ikinci grupta daha fazla olduğu gözlemlenmiştir. Bu çalışma sonucunda şu sonuca varılmıştır: Yaşlı bireylerin seçimlerinin, faaliyetlerinin ve becerilerinin kısıtlanması çaresizliğe yol açar ve iyilik halini kötü etkiler.
Yaşlı bireylerin seçimlerinin, faaliyetlerinin ve becerilerinin kısıtlanması çaresizliğe yol açar ve iyilik halini kötü etkiler.”
Öğrenilmiş çaresizlik insanlar ve hayvanlar haricinde, grupların karar alma süreçlerini de etkiler.”
Öğrenilmiş çaresizlik insanlar ve hayvanlar haricinde grupların karar alma süreçlerini de etkiler. Küçük bir arkadaş grubunda bu örneklere rastlayabileceğimiz gibi ulusal boyutta etkin sivil toplum örgütleri, uluslararası kuruluşlar ve siyasi gruplarda bile bu durumları bulabiliriz. Özellikle siyasi gruplarla özdeşleşmiş bazı görüşler ve yargılar vardır. Bu grupların karar alma düzeyleri ulusal boyutta olduğu için kalıplarının dışına çıkması zordur ya da zaman alır. Hatta dini ve etnik gruplar çoğunlukla bu çaresizliğe maruz kaldığını söyleyebiliriz. Üstelik sadece farklı özelliklere sahip gruplar arasında değil, aynı gruba mensup üyeler arasında bile bu durum mevcuttur. Herhangi bir grup lideri veya kişi kendisine ve kararlarına itaat etmenizi istediğinde, isteklerine gerçek manada olumsuz karşılık veremediğinizde ve mecbur kaldığınızda zamanla çaresizlik geliştirebilirsiniz. Bunun ataerkil toplumlarda kadın-erkek ilişkisine yansımalarını da görebiliriz. Maalesef ırkçı davranışlara maruz kalan gruplar için de durum farklı değildir. Farkındalığın artması ile birlikte çaresizliğe sebep olabilecek türden davranışlara karşı çıkarak haksızlığa ve zorbalığa dur demek ahlaki bir yükümlülük olsa gerek. Bizim yapmamız gereken ilk şey ise ayaklarımıza bağlanmış iplerden ve kazıklardan kurtulmak, gerçek kapasitemizin ve kendimizin farkına varmaktır.
Leave a Reply