Bireyden Devlet Yaratmak: Bihruz’un “Toplum” Yükü

Türk siyasi tarihinin, romanın erken yıllarından bu yana görece yeni edebi yazın türü üzerinden kolayca takip edilebileceği bir gerçektir. Araba Sevdası ise Tanzimat döneminin devlet politikalarını birey üzerinden detaylıca işlendiği bir eser olarak bu paralelliğe iyi bir örnektir.

Roman hayatın gerçeklerinden ne derece etkilenir, romancının hedefi hayatı taklit midir, eserler üzerinden dönem okumaları yapmak ne derece doğrudur; uzun uzadıya tartışılabilir sorulardır. Bu soruların yanıtları ise Tanzimat’ın toplumu her açıdan çalkantılı değişimlere sürüklediği yıllarda postmodern yıllara göre çok daha nettir: ilk romancılarımız bu edebiyat dalının temeline güçlü siyasi ve toplumsal eleştiri misyonları atamışlardır. Bu romanların en meşhurlarından olan Araba Sevdası’nın ölümsüz karakteri Bihruz Bey, devletin maddi ve manevi çözülmelerini somutlaştırma açısından önemli bir karakter olarak öne çıkar.

Bu romanların en meşhurlarından olan Araba Sevdası’nın ölümsüz karakteri Bihruz Bey, devletin maddi ve manevi çözülmelerini somutlaştırma açısından önemli bir karakter olarak öne çıkar.”

Batılılaşmanın kontrolsüzlüğüne dair yapılan güçlü eleştiriler arasında Recaizade’nin Bihruz Bey ile ortaya koyduğu eleştiri önemli bir yer tutar. Yazar Bihruz Bey ile yalnızca Batılılaşmayı basitçe hor görmemiş, aynı zamanda bu ideolojik kaymanın temel sebebini bu karakter üzerinden göstermiştir. Devlet de Bihruz Bey gibi bir anlam arayışı içerisindedir ve fikir dünyasındaki boşluktan duyduğu rahatsızlığı olabildiğince hızlı doldurma girişiminde bulunmuştur. Tıpkı Bihruz Bey’in yalnızca bir defa görüp, pek anlayıp bilmeden çok hoşlandığı, kendisini onu sevdiğine inandırdığı Periveş Hanım gibi, geç Osmanlı dönemi ideolojik kaymaları da iyi düşünülmeden ilgi gösterilmiş, hızlı bir çözümün umut edildiği hareketlerdir. Şayet devlet de Bihruz Bey gibi çevresindeki değişim ve yenileşmeye şaşkınlıkla şahit olsa da, diğer aktörlerle arasındaki farkı olabildiğince hızlıca kapatmak ister. Tıpkı Bihruz Bey’in alafranga giyinmekteki, yaşamaktaki, -bir dereceye kadar- davranmaktaki başarısı gibi, devlet siyaseti de bir çok alanda yenilenmeye ve Batılılaşmaya ayak uydurmuş görünmektedir. Yazarca hatalı olarak görülen kısım ise içselleştirilmeyen düşünce akımlarının çabucak etkisinde kalmaktır. Sarışına aşık olan Bihruz Bey gibi, Osmanlı aydınları da çabucak Batı ideolojilerine tutulmuş, bunları dillerine pelesenk etmiştir. Fakat devletin ve toplumun ihtiyaçlarına dair her türlü cevap, hiç de aydınların iddia ettikleri gibi bu modern akımlarda değildir. Alelade bir kıza hızlıca tutulup, kitabın son sayfasında ondan hızlıca kopuveren Bihruz Bey’in aşkı gibi, Osmanlı aydının da bu son elli yılda baş göstermiş aşırı Batı hayranı fikir dünyası çabucak sönüp bitivermeye mahkumdur.

Bu birbirinin yansıması olan iki ayrı aktörün fikir dünyalarındaki sancılı arayış dikkatli bir göze hemen kendini ele verirken, aktörlerin bunun olmaması için çok büyük çabalar gösterdiği de aşikardır. Romanın erken sayfalarındaki Bihruz Bey betimlemelerinden anlaşıldığı üzere karakterimiz aslında modern ve Batılı gözükmekte oldukça başarılıdır. Tıpkı devletteki manevi açılmalar gibi o da dış görünüşüyle hayatı içerisindeki tutarsızlıkları gözlerden sakınmaya çabalar.

Geç Osmanlı dönemi bürokratlarının aldığı inisiyatiflerden heybetli yeni saraylar inşa etmek, dönemin yıllardır en çok eleştirilen kararlarından olmuştur. Devlet ve toplumun içinden geçtiği benzeri görülmemiş değişim hareketi içerisinde, gösterişin hakiki bir yeri olmalı mıdır? Uzun uzadıya tartışılan bu meselede yazarın fikrî tutumu oldukça açıktır; onun için devletin bu yersiz harcamaları başarılı bir güç gösterisi olarak anlaşılmaktan çok uzaktır. Onun için devlet, babasından kalma servetini hızla tüketen ve bunu manevi yaralarını gözden uzak tutmak için yapan Bihruz Bey’den çok da farklı değildir. Bu korumacı gösteriş tavrının sonuçlarının da iki aktör için benzer olduğunu söyleyebiliriz. Roman boyunca öğretmeni ve annesi başta olmak üzere toplumdaki birçok muhatabı tarafından arkasından gülünen, ciddiye alınmayan Bihruz Bey, devasa harcamalarıyla bir yüzyıl geçiren devletin sonunda yine de tüm dünyayı Osmanlı’nın muzaffer günlerinin sona ermediğine inandırmaktaki başarısızlığıyla paralel bir hüsran yaşar. Bu açıdan bakıldığında Recaizade iç dünyasını derince çözümlediği Bihruz Bey üzerinden, devletin maddi kaygılarına dair de iyi bir analoji ortaya koymuştur.

Roman boyunca öğretmeni ve annesi başta olmak üzere toplumdaki birçok muhatabı tarafından arkasından gülünen, ciddiye alınmayan Bihruz Bey, devasa harcamalarıyla bir yüzyıl geçiren devletin sonunda yine de tüm dünyayı Osmanlı’nın muzaffer günlerinin sona ermediğine inandırmaktaki başarısızlığıyla paralel bir hüsran yaşar.”

Romanın toplumdan topluma, dilden dile değişen renkli bir yüzü vardır. Bu renklerin ve detayların canlılığı, romanı, dünya insanlarını okuyup anlamak için çok özel bir yol kılar. Postmodern eserlerde amaç her ne kadar toplumsal gerçekleri göstermekten uzaklaşmış ve bireyin gerçekleri önem kazanmışsa da, Araba Sevdası’nda da görülebileceği gibi romanda yaratılan her bireyin sırtında taşıdığı bir toplum yükü vardır. Bu yükü çeşitli şekillere sokup kullanmak mümkünse de Araba Sevdası’nda tercih edilen yolun, birçok Tanzimat eseri gibi bilinçli bir toplum ve siyaset eleştirisi yapmak olduğunu söylemek mümkündür.

18. Yüzyıl Arabalarına Bir Örnek

Kaynakça:

Recaizade, M.E. (2011) Araba Sevdası, İstanbul: Say Yayınları

Leave a Reply

Your email address will not be published.