Klasik roman kurgusundan farklı bir şekilde yazılan Beyoğlu’nda Gezersin düşle gerçeğin, dün ile bugünün iç içe geçtiği bir yolculukta mazideki günlerin peşine takılmış bir karakteri çıkıyor karşımıza.
Beyoğlu’nda Gezersin, Türk Edebiyatı’nda fantastik gerçekçiliğin dikkat çeken isimlerinden olan Nazlı Eray’ın kullandığı farklı tekniklerle yazdığı sıra dışı romanlarından biri. Eray, mazinin modern dünyaya izdüşümünü farklı karakterlerle ve bilerek yok ettiği zaman kavramı ekseninde önümüze seriyor. Mevcut dünyanın sıradan yapısını fantastik bir kurguyla yıkan yazar, geçmişe özlem duyan bir karakterin hem şu anda hem de mazide yaşamasına imkan vererek alışılmış zaman kavramını yerle bir ediyor. Eray, düş ile fantastik gerçekçilik arasında gidip gelen olaylar yoluyla aynı zamanda okuyucuya gerçeklik algısını da sorgulatıyor. Okur, roman boyunca anlatıcının yaşadığı olağanüstü olayların gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu anlamaya çalışıyor. Romanın isminin “Beyoğlu’nda Gezersin” olması da kitabın özü bağlamında manidar bir mesaj olarak karşımıza çıkıyor. Genel itibariyle bir ayağı mazide olan kitabın bu ismi alması ve çeşitli yerlerde eski şarkılara göndermeler yapması “geçmişe özlem” temasını da açıkça önümüze seriyor.“Düşlerim benim için asıl gerçeklerdir. Gerçek ise benim için yalnızca bir fantezi.” cümlesiyle sanat anlayışını ifade eden Nazlı Eray, romanlarıyla dış gerçeklikten uzaklaştırdığı okurunu gerçeküstü ve büyülü bir dünya içine alıyor.
Düşlerim benim için asıl gerçeklerdir. Gerçek ise benim için yalnızca bir fantezi.” cümlesiyle sanat anlayışını ifade eden Nazlı Eray, romanlarıyla dış gerçeklikten uzaklaştırdığı okurunu gerçeküstü ve büyülü bir dünya içine alıyor.“
“Babama ait bir akşamüstünün içinde yürüyordum sanki.” cümlesiyle başlayan roman, bizi daha girişte bir zaman kaosunun içine çekerken başkahraman olan kadının diğer kahramanların ait olduğu zaman diliminde dolaşacağının mesajını da veriyor. Roman, olayların farklı zaman dilimlerinde yaşandığını belli eden betimlemeler ile başlıyor. Geçmiş zamanda yaşayıp ölmüş insanlar anlatıcının hayal gücü aracılığıyla yeniden hayata dönüyor ve bu yolla bu insanların yaşadıkları geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasında bir bağlantı kuruluyor. Anlatıcının televizyonda izlediği “Deli Saati” isimli program, kahramanların teker teker romana girmesini sağlarken romandaki tüm kahramanların ortak noktasının bu programın sunucusu olan doktorun hastaları olduğu anlaşılıyor.
Fantastik ve polisiye unsurların bolca yer aldığı romanın kahramanlarına bakıldığında bu kahramanlardan bazılarının fantastik özelliklere sahip olduğu görülüyor. Falcı Süleyman’ın, insanların fallarına bakarak düşüncelerini okuyabilmesi ve bu düşünceleri CD’ye aktarabilmesi, Madam Tamara’ya ait olan ve roman boyunca Bozacı Naki’nin okuduğu hatıra defterinin adeta bir zaman makinesi görevi görmesi, anlatıcı kahraman olan kadın ile Madam Tamara’nın bedenlerini değiştirmesi bazı fantastik unsurlar olarak dikkat çekiyor.
Romanda gerçek mekanın Ankara olması ve bazı sahnelerin Fethiye’de geçmesinin yanında İstanbul da çok büyük bir rol oynuyor. Özellikle İstanbul’da Lebon, Markiz ve İnci Pastanesi, Piyer Loti Kahvesi, Botter ve Rumeli Han gibi mekanlar kurgunun işlenişi sırasında değişik olayların mekanları olarak karşımıza çıkıyor. Kurgunun içine ustaca yerleştirilmiş bu mekanlar, bir tarih tüneline girmişiz hissi vererek Beyoğlu’nu tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Adını dahi bilmediğimiz anlatıcı kahraman, kendine ait olmayan bir zaman diliminde macera dolu bir yolculuğa çıkıp bizi peşinden sürüklerken aşina olduğumuz birçok mekanın farklı yüzünü görmemizi sağlıyor.
Mazinin tehlikeli bölgelerinde fantastik ve polisiye türleri arasında gidip gelen bir roman olan Beyoğlu’nda Gezersin; gerçek mekanların ardındaki olağanüstülüğü, dün ile bugünün sıra dışı birleşme noktalarını ve ölüler ile hayatta olanların harmanlandığı bir karakter örgüsünü iç içe geçirerek bizlere eşsiz bir yolculuk imkanı veriyor.
Leave a Reply