Beni Sizler Var Ettiniz: Toplum Etkisinde Birey

Benliğimiz ortaya çıkarken etkilendiği birçok sebep ve değişken vardır. Toplumun benlik oluşumundaki etkisi kimi kuramlara göre en üst seviyededir. Böyle bir durumda benlik, toplum tarafından üretilen bir meta mıdır? Kararlarımızı benliğimizle mi alırız, içinde bulunduğumuz toplumun etkisiyle mi?

Beni ben yapan bana ailemin kattıkları, arkadaşlarımın verdikleri, benim isteyerek ve istemeyerek aldığım her şeydir. Görünenlerle kalmaz, zihnimdeki görünmeyenlerdir. Diğerlerinin düşünceleridir beni ben yapan. Bütün bunlar düşülünce, ben gerçekten ben miyim?

İnsan her zaman kendini arayan gelişmiş bir varlıktır. Çünkü hiçbir zaman kim olduğundan tam olarak emin olamaz. Sosyal bir varlık olan insan, kendini diğerleriyle birlikte var eder. Öğrenir, itaat eder, reddeder. Birey, diğerlerinin toplamından biraz daha fazlasıdır aslında. Psikolojide, insanın toplum içindeki varlığının konu alındığı alan, sosyal psikoloji alanıdır. Sosyal psikoloji alanını, Allport’un (1954) “Sosyal psikoloji bireylerin duygu, düşünce ve davranışlarının başkalarının gerçek, hayali ya da örtük varlığı karşısında nasıl etkilendiğinin bilimsel olarak araştırılmasıdır.” tanımı en doğru şekilde açıklamaktadır.

Birey, diğerlerinin toplamından biraz daha fazlasıdır aslında.”

Kişinin kendi benliğinin oluşması için dahi diğer insanlara ihtiyacı vardır. Kendini tanıma araştırmaları kapsamında gerçekleştirilen izole maymun deneyi de bu bağlamda yapılmış değerli çalışmalardan. Bu bir maymun deneyi çünkü maymunlar da insanlar gibi ayna karşısında kendini tanıyabilen varlıklardır. Yapılan deneyde, izole yetiştirilmiş bir maymunu ayna karşısına geçirdiklerinde, maymun kendini tanıyamamış. Etrafında hiçbir zaman başka bir maymun olmadığından, kendini tanıma yetisi kazanamamış, artık karşısında duran benliğinin de ne olduğunun farkında değil. Bir başkası yokken, kendi varlığından haberi olmamış. Aslında bu durum diğer şeyler için de geçerli. Bazı anlarda ne hissettiğini anlayamayan insan, benzer duyguyu başkalarının da yaşadığını görerek kendiyle ilgili süreçleri daha iyi anlayabilmekte. Kendimizi, duyguları, yaşamayı ve daha bir çok şeyi “öğrenerek” yaşamımızı sürdürürüz. Öğrenilen her şey ilk olarak anne babadan öğrenilir. Bebekler ebeveynlerini taklit ederek öğrenirler. Peki ailesiz yetişmiş bir çocuk senaryosunda ne gibi farklılıklar olabilir? İzole yetişmiş çocuklarla ilgili çok dramatik hikayeler var. Bazı sebeplerden dolayı bebekken terk edilmiş ve insan görmeden büyümüş çocukların, insan olmakla alakası kalmıyor. Hatta hayvanların büyüttüğü çocuk vakalarında çocuk, kendini o hayvanla tanımlıyor ve hayatını o hayvan gibi sürdürüyor. İnsanı insan yapan en önemli unsur olan dil gelişimi de öğrenerek gerçekleşir ve çocuklarda 5 yaşına kadar gelişmelidir. İzole yetişmiş çocuklarda olduğu gibi, 5 yaşına kadar dille karşılaşmayan çocuklar hayatlarının geri kalanında normal bir insan gibi konuşamazlar.

Bireye örnek olan “diğerleri” temelde iki kategoriye ayrılır. Kendinden aşağıdakiler ve yukarıdakiler. Hepimiz kendimizi birileriyle karşılaştırırız. Peki bu karşılaştırma neye yarıyor? Sosyal karşılaştırma kuramının ortaya koyduğu aşağıya doğru ve yukarıya doğru karşılaştırma, insanın egosunu doyurma ya da güdülenme için yine kendini diğer insanlarla karşılaştırdığını söyler. Kendimizden aşağıdakilere bakıp, olduğumuz yer için gururlanabiliriz ya da kendimizden yukarıdakilere bakıp hırslanabiliriz. Fakat yukarıya doğru karşılaştırmada bir etken daha vardır. Birey, içsel yahut dışsal yüklemeden hangisine yatkınsa düşünceleri de o yönde şekillenmektedir. Örneğin bir sınavdan başarısız olduğunuzda, sınav çok zordu diyorsanız, siz dışsal yüklemeye yatkın olabilirsiniz. Bu durumda suçu sınavın zorluğuna atmış olabilirsiniz. Eğer az çalıştığım için geçemedim diyorsanız, içsel yüklemeye yatkın olabilirsiniz. Yani suçu kendinizde bulursunuz. Yukarıya doğru karşılaştırmada içsel ve dışsal yüklemeye bağlı olarak güdülenme yerine, kendi değerini diğerleri üzerinden ölçen bireyler için özgüven kaybı da olası bir sonuçtur.

Bireyin kendini tanımlamasının yanısıra, olaylar karşısında verdiği tepkiler de çevresindeki insanlardan etkilenir. 1880’lerde Ringlmann; sosyal kaytarma kuramını ilk kez buldu. Ringelmann gönüllü erkeklerden tek başlarına ve gruplar halinde ucunda gerginlik ölçer olan bir ipi olabildiğince kuvvetle çekmelerini istemiş ve şaşırtıcı bir şekilde bireysel kuvvetlerin toplamının grup kuvvetine eşit olmadığını görmüştür. Yani denekler tek başlarına daha güçlüyken, bir araya gelince diğerlerine güvenip kendi paylarına düşen işe yeterli önemi vermemişler, işi savsaklamışlardır.

Elbette hepimiz yanımızda birileri varken davranışlarımızın değiştiğinin farkındayız. Peki kararlarımızın ne kadar değişebileceğinin farkında mıyız? Solomon Asch’in (1951) uyma deneyini anlattıktan sonra belki de ben yapmam diyebilirsiniz. Ama birçok denek, bahsedilecek çok saçma görünen o hataya düştü.

Solomon Asch’in deneyi.

7-9 kişiden oluşan gruplar oluşturan Asch, her gruba bir gerçek denek yerleştirir. Diğerleri ise bilerek oraya konulmuş insanlardır. Deneyde, deneklere bir standart çizginin, verilen diğer üç çizgiden hangisiyle eşit uzunlukta olduğu sorulur. Grup üyeleri ve denek, tahminlerini herkesin önünde ve sözlü olarak verir. Deney sırasında deneklerin birbiriyle konuşması engellenir ve herkesin kendi kişisel görüşünü belirtmesi istenir. Sahte denekler bilerek yanlış cevap verirler. Genelde sondan bir önce cevap veren gerçek denekler; %37 oranında aslında inandıkları gerçek cevaptan vazgeçip farklı cevap vermişlerdir. Bireyin sahip olduğu sosyal kabul görme ihtiyacı ve ötekileştirilme korkusu; onu bazen istemese de uyum sağlamaya sürükler.

İnsan kendisini diğerleriyle tanımlamaya o kadar yatkındır ki, Allport’a göre, diğerlerinin hayali varlığı da insanın düşünce ve davranışları üzerinde etkilidir.”

İnsan kendisini diğerleriyle tanımlamaya o kadar yatkındır ki, Allport’a göre, diğerlerinin hayali varlığı da insanın düşünce ve davranışları üzerinde etkilidir. Özellikle Türk kültüründe sıkça rastladığımız bir düşünce vardır: Elalem ne der? Oturduğumuz yerde bile bazen durup “şimdi biri beni böyle görse ne düşünür?” diye düşünebiliyoruz. İnsanın hali hazırda var olan, kendini diğerleriyle tanımlama fıtratının üstüne bir de toplum baskısı binince, bazen benlik oluşumuna dahi zarar verebilecek durumlar ortaya çıkabiliyor. Bu dünya kendinden habersiz insanlarla dolu. Ailelerinde hareket veya destek görmedikleri için, bir potansiyelleri olsa da harekete geçmeyen birçok gencimiz hayatlarını ziyan ediyorlar. Çünkü her zaman ilk olarak örnek aldıkları ailelerinin etkisinde kalıyorlar. Ailesinden sonra da arkadaş ortamına giren çocuklar, ortamda kabul görmek için yine bir sürüye uyma davranışı gerçekleştirebiliyor. Birçok çocuk/genç sigara içmeye arkadaşları yüzünden başlıyor. Çocuklarımızın iyi yetişmesini istiyorsak onları erdemin, doğrunun, başarabilmek için harcanan emeklerin ilham kaynağı olduğu ortamlarla ve arkadaşlarla meşgul etmeliyiz. Bunu kendimiz için de yapmalıyız. Karşılaştığı her şeyden etkilenebilen benliğimizi, doğru etkenlere maruz bırakmak bizim elimizde.

Bu dünya kendinden habersiz insanlarla dolu.”

Kaynakça:

Ilgın, B. (2013). “Toplumsal Bir Hastalık: Sosyal Kaytarma”. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6/3.

Leave a Reply

Your email address will not be published.