Unutulmuş Düşler Mağarası gibi efsaneye dönüşen belgesel filmlerin deha yönetmeni Werner Herzog, insanlığın müşterek hafızasının dışında kalanların, ötekilerin hayallerini belgesellerine taşıyor. Bunu yaparken kurgunun imkanlarını son derece dikkatli bir şekilde, estetik gerçekliği kurmak için kullanıyor.
Werner Herzog’un sinema tarihine adını altın harflerle yazdırdığı su götürmez bir gerçek. Onun özellikle belgesel sinemaya olan ilginç yaklaşımının incelenmesi pek çok açıdan fayda sağlayabilir. Onun belgesellerinde yalnızca görünen gerçeklik olduğu gibi çıplak, sanattan ve kurgudan azade biçimde filme alınmaz. O görünmeyenin ve hayallerin peşine takılarak hayallerin iz sürücüsü kimliğini kazanmıştır. Muhtelif sebeplerden kendilerini ifade edemeyen varlıkların iletişimini belgesel sinemasıyla ekranlara taşıyan yönetmen, bu varlıkların hayallerinin sözcüsü olmuştur. Kimi zaman binlerce yıl öncesinden insanlığın mağara resimleri aracılığıyla ilettiği mesajların yer aldığı bir belgeselle, kimi zaman da Rus mistisizmini müthiş bir metaforla ve kurgusal bir yolla aktardığı bir belgeselle hayalleri ekrana taşımıştır. Werner Herzog belgesellerindeki kurgular, gerçeğin ötesini ve tarifsiz durumları göstermek amacıyla estetik gerçeklik yoluyla kendisine has bir şekilde oluşturulmuştur.
Alman sinemasının meşhur simalarından olan Herzog’un belgesel filmlerinin yanında kurgusal filmler de yaptığını bilmek gerekir. Yönetmen, kurgu unsurunu filmlerinde incelikle kullanarak belgesel sinemasında alışılmışın dışına çıkmayı başarmıştır. Manevi yönü oldukça ağır basan yönetmenin belgesel filmlerindeki sezgisel zeka unsuru hemen dikkatleri çeker. Çağrışımlara kapı aralayan semboller, hareketler ve durumlar, onun kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlarda devreye soktuğu hayret verici bir yoldur. Böylelikle hayallerin dile geldiği görsel bir şölen, yönetmenin sinemasında hayat bulur. Derinlerden Gelen Çan Sesleri isimli belgeselindeki insanların buzlara uzanarak yok olan şehri dinlemeleri tam da bu anlayışın bir tezahürüdür.
Manevi yönü oldukça ağır basan yönetmenin belgesel filmlerindeki sezgisel akıl unsurları hemen dikkatleri çeker.”
Werner Herzog, zihninin derinliklerinde inşaa etmiş olduğu hikayesindeki insanoğlunun paylaştığı hayalleri her belgeseline itinayla yerleştirir. Ötekilerin düşlerini görmeyen, bilmeyen insanlara onların iletişimsizlik engelini sinemasıyla beraber yıkıp geçerek anlatır.”
Herzog on Herzog (Herzog’la Herzog Üzerine) isimli söyleşi kitabında sinemaya bakışını detaylarıyla açıklayan Werner Herzog, belgesel filmlerindeki girift ve tarifsiz durumları yaşayan karakterlerin benzerliğine işaret eder. “Ben bütün filmlerimi kırk yıldır üzerinde yoğunlaştığım gerçekten büyük bir hikayenin parçası olarak görüyorum. Bu koca hikayedeki her karakter kendilerini ifade edecek herhangi bir dil bulamayıp iletişim kuramayan umutsuz ve yapayalnız asileri temsil eder.” (Herzog on Herzog). Bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi yönetmenin toplumun dışına itilen ötekilerle ilgilendiğini söylemek mümkündür. Cüceler de Başta Küçüktü adlı sinema filmindeki cüceler, Herkes Kendi Başına ve Herkes Tanrıya Karşı filmindeki Kaspar Hauser, Ayı Adam belgeselindeki Timothy gibi karakterler her biri birbirinden farklı ötekileri temsil etmektedir.
Yaşadığımız evrenin onun gözündeki karmaşasını “Evrende bizim algıladığımız gibi bir düzen mevcut değil.” sözleriyle dile getirir. Onun gerçekliğin ötesinde gördüğü bu kaos ve karmaşanın belgesellerinde de yer aldığı söylenirse yanlış olmaz. Sezgileriyle birlikte yönlendirdiği filmlerinde seyircinin payına düşen de sezgileri kullanmaktır. Yönetmen, “Filmlerim bana düşler gibi capcanlı biçimde, mantık kalıpları ve akademik açıklamalar bulunmadan uğrar.” (Herzog on Herzog) cümlesiyle de açıklanması güç olayları ve şahsiyetleri ele aldığını belirtmiştir.
Herzog bir nevi vahşetle dolu bir evrenle mücadele halinde olan insan ruhunun derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkar. Onun kaotik evrenindeki ötekiler bu mücadelenin esaslı neferleridir. Ayı Adam filmindeki Timothy kendi benliğini Alaska’daki ormanlarda bularak ihtiyar bir bozayı tarafından vahşice katledilinceye kadar onların arasında yaşar. Beyaz Elmas belgesel filminde ise kendi yaptığı zeplin ile hayallerini kovalayan havacılık mühendisi Graham Dorrington ele alınır. Bunlara benzer birçok belgeselinde Herzog’un kollektif düşlerimizi sözünü ettiği hikayesinin omurgası olarak kullandığını bilmek gerekir.
Herzog bir nevi aslında vahşetle dolu evrenle mücadele halinde olan insan ruhunun derinliklerine bir yolculuğa çıkar.”
Yönetmen, yaşanmışlıkları daha etkin kılmak maksadıyla ele aldığı belgesel karakterlerini deneyimlerini yaşadıkları yere getirerek o anı anlatmalarını ister. Bu vesileyle, karakterlerin déjà vu veya benzeri bir deneyimle o anı izleyiciye tesirli bir şekilde aktarması sağlanır. Ayı Adam, Umudun Kanatları ve Küçük Dieter’in Uçma Tutkusu deneyime dayanan anlatıların yer aldığı önemli belgesellerdir. Aynı zamanda kimi belgesellerinde, bazı kritik anların canlandırması da yer bulur. Böylelikle sanatçı, yaşanan o anı yeniden oluşturma yoluna girerek izleyiciye sunar.
Müziği ve seslendirmeyi de belgesellerindeki mistik ve manevi havaya uyumlu biçimde kullanabilen yönetmenin bunu yapmasındaki maksadının estetik gerçeklik adını verdiği mefhum olduğu söylenebilir. Herzog’un Unutulmuş Düşler Mağarası belgeselinde kullandığı Ernst Reijseger’e ait olan mistik Hristiyan ilahilerini (chant-hymn) andıran müzik buna iyi bir örnek teşkil eder. Seslendirme noktasında ise Werner Herzog’un derinden gelen ağır Alman aksanıyla birlikte peyda olan seslendirmesi sanki mistik, estetik ve manevi yolculuğun aksini işaret eder. Bu sayede, seyirciler yönetmenin sesiyle birlikte kendi içlerindeki hayallerini inşaa eden bir yolculuğa çıkma fırsatını yakalayabilirler.
Werner Herzog, zihninin derinliklerinde inşaa etmiş olduğu hikayesindeki insanoğlunun paylaştığı hayalleri her belgeseline itinayla yerleştirir. Ötekilerin düşlerini görmeyen, bilmeyen insanlara onların iletişimsizlik engelini sinemasıyla beraber yıkıp geçerek anlatır. Herzog, belgesel sinemasında kurguyu kullanmaktan çekinmeyerek estetik gerçeklik dediği objektif gerçekliğin sınırlarını aşan alana gözlerini dikmiştir. Belgesellere bu eşsiz hayalleri taşıyarak tarifi mümkün olmayanı fütursuzca konuşturur. Bundan dolayı da Herzog için “belgesel sinemanın başına gelen bir mucize” tabiri kullanılabilir. Son olarak, bu mucizenin biz seyircileri yönetmenin uzun soluklu hikayesinde içsel bir yolculuğa çıkardığını ve bizi düşlere, hayallere teslim ettiğini söyleyebiliriz.
Leave a Reply