Bana Masal Anlat

Hepimizin yakından tanıdığı kahraman Keloğlan bu sefer de sahnelerden sıkıcı ve basit çocuk oyunlarına savaş açmış. Keloğlan’ın aşina olduğumuz bir masalı alışılmışın dışında bir yorumla sahneleniyor. Bizlere de koltuğumuza oturup masalın sonunda gökten düşecek olan elmayı yakalamak kalıyor.

Bir varmış bir yokmuş… Zamanın birinde Kaf dağının ardında Anadolu adında bir masallar diyarı varmış. Bu diyarda çocuklar masal kahramanlarıyla yolculuğa çıkar, hayvanlarla arkadaş olur, haksızlıkla ve kötülükle mücadele eder, günün sonunda da ancak iyi olanların gökten düşen elmaları yiyebileceğini bilirmiş.”

Ahlaki değerler ve toplumsal yaşamın kuralları sıkıcı, didaktik bir üslupla sunulmak yerine, perilerin, devlerin, ejderhalarla savaşan kahramanların ağzından çocukların zihinlerine fısıldanırmış. Ancak günlerden bir gün bu diyara çocuk tiyatrosu diye bir şey gelmiş. Onun gelmesiyle hayal gücü kuraklığı başlamış; devlerde zeka geriliği, masallarda eğlence eksikliği, çocuklarda neşe kaybı baş göstermiş. Kimse ne yapacağını bilmiyormuş, halk çaresizce kuraklığın bitmesini beklemeye başlamış. Derken Keloğlan Keleşoğlan adlı oyun bu kuraklıkta bir vaha gibi belirmiş.

Ülkemizde çocuk tiyatrosu genel olarak basit, bilgi verme odaklı ve çocukların hayal dünyasına hafife alırcasına hikayeleştirilmiş bir oyun kalıbına sıkıştırılmış durumda. Diş fırçalamaktan, yerlere çöp atmamaya, dürüstlükten, cömertliğe varana kadar bütün erdemlerin bir oyunda çorba edilerek  göze sokarcasına sergilendiği bu yapımlarda çocukların zekasıyla bir bakıma alay edilmiş oluyor. Devlet Tiyatrolarının çatısı altında Ulviye Karaca’nın yazıp yönettiği Keloğlan Keleşoğlan oyunu ise bu kalıplaşmış anlayışı yerle bir ediyor. Bilindik bir Keloğlan masalının kalabalık oyuncu grubu tarafından maskeler ve kuklalar yardımıyla sergilendiği oyun, çocuklar kadar yetişkinlere de hitap ediyor. Oyun süresince oldukça etkili kullanılan maske ve kuklalar çocukların gerçek dünyadan hayali olana geçmelerine yardımcı oluyor. Metin öğretici olduğu kadar mizahi yönü oldukça kuvvetli. Özellikle deyimlerin anlamları üzerinden yapılan (Örneğin; “İn cin top oynuyor” deyiminin geçtiği sırada sahnede İn ve Cin adında iki kukla top oynuyorlar) şakalar büyükleri güldürürken küçükleri düşündürüyor.

Keloğlan ve Prenses

Oyun Keloğlan’ın, tembelliğinden sıkılan anası tarafından evden kovulması ile başlıyor. İş bulmak ve çalışmak amacıyla yollara düşen Keloğlan diyar diyar dolaşıyor. Kimi zaman tarlada çalışan köylülere yardım ediyor, kimi zaman da heybesindeki buğdayları kargalara kaptırıyor.  Bu sırada ülkede kuraklık baş gösteriyor, sultanın koyduğu ağır vergiler altında zaten ezilmiş durumda olan halk derdine derman arıyor. Sultansa dört bir yana tellallar yolluyor, susuzluğu bitirene ödüller vadediyor. Keloğlan, yolculuğu sırasında bir güzelle karşılaşıyor, aşık oluyor. Ülke susuzluktan bizim Keloğlan’ın yüreği aşktan yanıp kavruluyor. Türlü maceralar ve tesadüflerle devam eden yolculuğu, Keloğlan’ı bir kuyunun içerisinde diş ağrısından dolayı can çekişen bir deve ulaştırıyor. Keloğlan devin ağrıyan dişini çekerek ona yardımcı oluyor, dev de bu yardımı karşılığında insanların kötülüklerine sinirlenerek önünü kapattığı suyu salıveriyor. Masalın sonunda ülke suya, Keloğlan da Sultan’ın kızına kavuşuyor.

Oyun çocukların gerçeklik algılarını altüst edecek bir şekilde tasarlanmış. Aynı ortamı paylaştıkları, dokunabilecekleri bir mesafede bulunan ancak içinde yaşadıkları dünyadan çok farklı olan bir evreni tecrübe ediyorlar.”

Keloğlan Rüya Görüyor

Çocuklarla beraber oyunu izlemek oldukça keyifli bir deneyim. Çocuklar, çoğu zaman Keloğlan ve köylüler tarafından söylenen bütün şarkılara eşlik etmeye çalışıyorlar; Keloğlan’ın ne zaman yardıma ihtiyacı olsa oturdukları yerden bağırarak yardımcı oluyorlar. Oyun çocukların gerçeklik algılarını altüst edecek bir şekilde tasarlanmış. Aynı ortamı paylaştıkları, dokunabilecekleri bir mesafede bulunan ancak içinde yaşadıkları dünyadan çok farklı olan bir evreni tecrübe ediyorlar. Bu duyguyu yaratabilmek için dekor, kostüm, maske ve kuklalar çok zekice tasarlanmış. Örneğin gerçek boyutu yaklaşık üç metre olan dev, sahne derinliğinin akıllıca kullanımı, ışık oyunları ve kukla Keloğlan’ın ince tasarımı sayesinde olduğundan çok daha büyük görünüyor. Ayrıca sahnenin arka tarafı transparan siyah bir kumaşla ön kısımdan ayrılmış. Bu kumaşın arkasında kalan ve loş bir ışıkla aydınlatılmış bölümde Keloğlan’ın rüyalarını ve hikayenin anlatıcının ağzından dinlediğimiz kısımlarını kuklalar tarafından canlandırılmasını izliyoruz. Böylece sahne üzerinde de iki ayrı gerçeklik kurulmuş oluyor.

Her detayı ayrı bir zevk veren, çocuk yaşlı demeden bütün seyircinin gönlünde taht kuran bu oyun umarım türünün ilk ve son örneği olarak kalmaz.

 

Leave your comment to Cancel Reply

Your email address will not be published.