Aklı Filmde Kalbi Müzikte: Martin Scorsese

Taxi Driver filmiyle modern sinemanın dönüm noktalarından birine imza atan Martin Scorsese, müziğin ve sinemanın yakın bir şekilde ilişkili olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden de filmlerinde kullandığı müziklere son derece özen gösterir.

“Filmler ve müzikler birbirinden ayrılamazlar. Bu hep böyleydi ve böyle olacak.” der meşhur yönetmen Martin Scorsese. Filmlerini yaparken bu sözüne sadık kalıyor olsa gerek ki izlediğimiz her filminde kendi müzik zevkinin etkilerini görürüz. Çoğu filminde aynı oyuncu kadrosuyla çalışan yönetmen için, aynı müzisyenlerle de çalışmanın önemi büyük gibi görünüyor. İsim yapmış Mean Street, The Departed, Goodfellas ve daha birçok filminde Rolling Stones grubunun Gimme Shelter ve Jumpin Jack Flash şarkıları, Eric Clapton’nın Layla’sı ve tabii olmazsa olmaz blues parçaları filmlerinde oluşturduğu atmosferin etkileyiciliğini arttıran önemli etkenlerden. 1969 yılında katıldığı müzik festivali Woodstock, Scorsese’nin böylesine güzel müzik zevkinin oluşmasına ve kariyerinin ilerleyen yıllarında da rock’n roll belgeselleri çekmek için yönetmen koltuğuna geçmek istemesine katkı sağlamış diyebiliriz.

 Woodstock, 1969 yılında New York’un biraz uzağında küçük bir kasabada düzenlenmiş ilk büyük rock festivalidir”

Woodstock, 1969 yılında New York’un biraz uzağında küçük bir kasabada düzenlenmiş ilk büyük rock festivalidir. Festival, hazırlık aşamasındayken katılımcı sayısı en fazla 200 bin kişi olacak şekilde konuşulsa da festival günü alana 500 binden fazla insan akın eder ve bunların aralarından bir grup genç tel örgüleri açarak aslında ücreti 18 dolar olan festivale, “Bu alan halkındır!” diyerek gelen herkesin girmesini sağlar. Organizasyonu düzenleyenler kalabalığın önüne geçemeyince çareyi Warner Bros’u aramakta bulur. Oluşan kalabalıktan iyi görüntüler çıkabileceğini, alana bir çekim ekibi göndermelerini söylerler. Gelen ekibin arasında film endüstrisine henüz adım atmış genç Martin Scorsese de bulunur. Verdiği bir röportajında o günleri çok da güzel yâd etmez. Festival boyunca aralıksız kayıt yaptıklarından ellerinde yaklaşık 120 saatlik görüntülerin olduğunu söyler. Hava şartları başta olmak üzere pek çok talihsizlikle karşılaşır film ekibi; fakat festival bittiğinde ortaya muazzam görüntüler çıkar. Belgeselin yönetmeni Michael Wadleigh, henüz filmin yapım ekibinde yer alan Martin Scorsese, Thelma Schoonmaker ve diğer ekip üyeleri 1971 Oscar ödül töreninde binbir zorlukla çektikleri bu belgeselle “En İyi Belgesel” dalında ödül alırlar. Bu belgesel Martin Scorsese’nin ileride yapacağı pek çok başarılı belgeselin başlangıcı olur.

 Bu belgesel Martin Scorsese’nin ileride yapacağı pek çok başarılı belgeselin başlangıcı olur.”

Mean Streets, Taxi Driver ve Raging Bull gibi başarılı filmlere imzasını attıktan sonra Scorsese, Michael Jackson’ın meşhur Bad şarkısının klibinin yönetmenliği için koltuk başına geçer. 80’lerin en çok ilgi gören albümlerinden biri olan Thriller için Micheal Jackson; önce Godfather filmlerinin yönetmeni Francis Ford Coppola ile Captain EO, sonra Martin Scorsese ile Bad şarkısının klibinde birlikte çalışır. Bad klibi, Scorsese için klasik New York hikâyelerini West Side Story müzikali ile harmanladığı 18 dakikalık bir çalışma olur.

90’lı yıllarda usta gitarist Eric Clapton’ın Nothing But The Blues, Lightning in a Bottle ve The Blues adlı birçok bluescuyu konu alan belgeseller çeker. Scorsese anlatılması gerektiğini düşündüğü hikâyeleri farklı alanlarla anlatmaya çalışır. Yaptığı belgeseller, seçtiği yollardan biridir. Bu düşüncesi hakkında “Blues hem Amerika’ya hem de dünyaya aittir. Sınırlarımızın ötesindeki insanlara ilham verecek, burada ve yurt dışında müziği etkilemeye devam edecek kadar evrensel bir hikâye anlatım biçimidir.” der. İlerleyen yıllarda blues alanında yaptığı belgesellerin yerini rock’n roll türünde çekecekleri alır. Bob Dylan, George Harrison ve Rolling Stones için çektiği belgeseller büyük başarı ve beraberinde pek çok ödül, şöhretine şöhret getirir Scorsese’nin.

Takvimler 2008 yılını gösterdiğinde yönetmen; The Departed filminin vizyona girmesinden bir iki hafta sonra, en sevdiği müzik gruplarının başında gelen Rolling Stones’un belgeselini çekmek için kolları sıvar. Stones’un New York’ta verdiği büyük bir konseri filme alır. Rolling Stones grubunun onda özel bir yeri olduğunu ve filmlerinde onların müziğinin etkisinin büyük olduğunu söyler. Scorsese’ye Rolling Stones’a olan tutkusunun nedeni sorulduğunda grubun Let It Bleed albümünden çok etkilendiğini, sanki her şarkının anlatılan bir hikâye, grubun ise bir arada bu hikâyeyi anlatan bir karakter olduğunu ifade eder. Bunun için çoğu filminde karakterleri izleyicilere tanıtırken albümdeki Gimme Shelterşarkısını kullanır. Grubun vokalisti Mick Jagger, “Gimme Shelter’ın yer almadığı Scorsese filmi olamaz.” diyerek takılır yönetmene.

Takvimler 2008 yılını gösterdiğinde yönetmen; The Departed filminin vizyona girmesinden bir iki hafta sonra, en sevdiği müzik gruplarının başında gelen Rolling Stones’un belgeselini çekmek için kolları sıvar.”

“Sinema, neyin çerçeve içinde neyin dışında olduğu meselesidir.” diyen Scorsese, bu çerçevenin içini doldurmak için sanatın farklı alanlarını bir araya getirir ve onları en iyi şekilde harmanlayarak seyirciye sunar.

Rolling Stones grubu ve Martin Scorsese

Martin Scorsese, Michael Jackson’ın Bad şarkısının setinde.

Leave a Reply

Your email address will not be published.