Bir adamın yıllar süren aşk macerasını, gerçek dünyanın zaman ve mekan dokularına olabildiğince yakın kalarak anlattığı Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi isimli eseri sürekli okunup konuşulan bir eser olmuştur. Karakterlerine zaman zaman sinirlenip zaman zaman hak versek de, onlara dair bir noktaya hiçbir şüpheyle yaklaşmayız: bu hikayenin tüm karakterleri hayat kadar gerçektir.
Kalın bir kitabın sayfaları arasında sessizce duran satırlar okuyucunun kalbine, aklına, sabrına ne derece hükmetmeye muktedir olabilirse, Orhan Pamuk o dereceye ulaşmıştır Masumiyet Müzesi’nde. Sayfalarca bahsedilen, hayatın içindeki yerine gözümüzle görülecek kadar net konuşlandırılan aşk kavramının okuyucunun aklını ve duygularını zorlaması, romanın zaman kavramından bizi koparmamasıyla, aksine çok gerçekçi bir zaman uzantısında acı tatlı geçen her bir günü Kemal ile yaşamamızı sağlamasıyla alakalıdır. Romanın bu gerçekçi zaman çerçevesi içerisinde okuyucusu zihnen ve kalben sürekli bu dünya içerisinde tutan en önemli iki unsur Sevda’nın Kemal’e kestiği ceza ve Kemal’in bu hapis içerisinde sürekli meşgul olduğu eşyalardır.
Romanın bizi hızla içine soktuğu mutluluk ve karmaşa dolu aşk hikayesi, sonrasında bu aşkın kahramana kestiği fatura kadar uzun anlatılmaz. Sevgili Füsun ile geçen mutluluk, heyecan ve zevk dolu aşk günleri bir çırpıda okunur. Hikayenin tatlı akışının önünde neredeyse hiçbir pürüz yoktur çünkü; olaylar silsilesi mutlulukla gözlerimizin önünden kayıp geçer. Bu akıcı ve neşeli hikayenin bir bozguna uğradığını biz de ilk defa kahramanımız gibi, nişan gününün ertesinde, buluşmaya gelmeyen sevgiliden anlarız. Bu dakikadan sonra hikayede hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Akış, aşkın hızlandırıcı büyüsünü kaybetmiştir, artık romanın zamanı gerçek hayattaki gibi hemen her saniyesini hissettiğimiz ve bıkkınlıkla bitmesini beklediğimiz bir hale dönüşmüştür. Bu süreçte Kemal’in sevgilisini beklemeleri, umutsuzluk içerisinde ve buhranlı ruh haliyle hayata seyirci kalmaları, daha önceden ehemmiyetini bu derece fark etmediği aşkını kaybetmiş olduğu gerçeğini kabullenememeleri yazar tarafından uzun uzun, okuyucuya dahi acı çektirir şekilde anlatılmıştır. Tüm bu sahnelerde okuyucu da Füsun’un nereye gittiğini, aşkından nasıl bu denli hızlı vazgeçebildiğini sorgular ve belki de hikayenin onun tarafına bakan yüzünü delice öğrenmek ister. Uzayıp giden bu hasret dolu günler aylar ve yıllar, sabrımızı tıpkı acı bizim de hayatımızın bir parçasıymış gibi zorlar ve nihayete ulaşma umudumuzu derinden zedeler.
Romanın bizi hızla içine soktuğu mutluluk ve karmaşa dolu aşk hikayesi, sonrasında bu aşkın kahramana kestiği fatura kadar uzun anlatılmaz.”
Hikayenin içindeki yerimizi sağlamlaştıran bir başka unsur da Kemal’in en basit nesnelerde bile bulabildiği yüce anlamlardır. Onun, sevgilisinin tenine dokunmuş bir tuzluğu, ağzına değmiş bir gazoz şişesini büyük bir özveriylekoleksiyonuna eklemesi, acısını zaman zaman buluşma mekanlarındaki bu nesnelerle dindirmeye çabalaması hikayenin gerçeklik katmanını güçlendirir. Çünkü bu nesnelerde anlam bulan Kemal aşkı iyice somutlaştırmış, neredeyse okuyucunun gözüne sokmuş olur. Belki de bu satırları okurken gayri ihtiyari Kemal’in nesneleriyle bizim de çokça değer verdiğimiz, anlamlı bulduğumuz sıradan eşyalar arasında bir benzerlik kurarız. Kemal’in bu eşyalarda bulduğu nedir sorusunu cevaplandırmak okuyucu için büyük bir problem teşkil etmez; şayet bu tutkulu aşkın fiziksel şekle bürünmüş acısını Kemal’le birlikte bu raddeye kadar yaşamış okuyucu, hem Kemal’in hem kendisinin bir nebze teselliye ihtiyacı olduğunu bilir. Bunun yanında Kemal’in yanlışlarına, saygın nişanlısının, genç bir kadının ve kendisinin hayatını mahvetmesine haklı olarak sinirlenen bir okuyucu kitlesi de olacaktır. Bu kitle için ise Merhamet Apartmanı’nın bir dairesinde acıdan inleyen bedenini bir yatağın üzerine sermiş, uzun zamandır temizlenmemiş bir fincanı yanağında gezdiren Kemal portresi belki de hak edilmiş cezaların vuku bulduğu bir ödeşme sahnesidir. Her nasıl yorumlanırsa yorumlansın, iki okuyucu kitlesi de bu hikayeye Kemal’in aşkının gerçekçiliğinden ve umutsuzluğundan şüphe duyamayacak kadar yakından şahit olmuştur.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk Kemal’in hikayesi üzerinden çağdaş yazarlarına bir meydan okumuş; acının, beklentilerin ve aşktan kaçamamanın en canlı tezahürlerinden birini ortaya koymuştur. Birçok hızlı roman okuyucusu tarafından belki de zaman kavramındaki gerçekçiliği sebebiyle mesafeyle yaklaşılacak olan Masumiyet Müzesi, sabredip hikayenin sonuna kadar bekleme vazifesini yerine getiren okuyucular için tutkulu duyguların gerçeklerine dair güçlü bir hayat tecrübesi okuma fırsatını sunar.
Leave a Reply